Yıl 1996...
İngiltere’de İşçi Partisi 17 yıllık bir aradan sonra iktidara gelme hazırlığı yapıyor...
Dışişleri Bakanlığı kesinleşen Robin Cook, Türklerin yoğun olduğu Kuzey Londra’da bir resepsiyon veriyor...
Resepsiyon denince sakın aklınıza bizdeki alışkanlıklar gelmesin...
Beyaz gömlekli, papyonlu garsonların tepsiler dolusu börek, köfte, döner dağıttığı, viskilerin oluk gibi aktığı resepsiyonlara benzemiyor...
Bizdekine benzer resepsiyonlar İngiltere’de yasak...
Onlara göre, bu tür ikramlar seçmene ‘rüşvet’ anlamına geliyor...
Bir masa üzerinde sadece çay ve kahve sebili vardı...
O da ‘self service’...
Çay ve kahvenizi kendi elinizle alıp, salondaki sandalyelere oturuyorsunuz...
Robin Cook, 50 kadar Türk’ün katıldığı toplantıda, bir yandan seçim desteği isterken, diğer yandan dış politikaya ilişkin görüşlerini anlatıyor...
Konuşmasını izleyenler arasında dönemin CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve 3 de milletvekili var...
Davetlilerden birisi Robin Cook’a “sizin iktidarınızda KKTC’yi tanıma olabilir mi?” diye soruyor...
Cevap aynen şöyle:
“Biz Kıbrıs’ta sadece bir devlet tanıyoruz. O da Kıbrıs Cumhuriyeti...”
İkinci soru geliyor:
Kıbrıs’ta bugünkü durum sürdürülebilir mi?..
Yanıt:Sürdürülemez. Orada bir işgal var ve bu sona ermelidir...”
Devlet siyaseti oya göre değişmiyor
Bizler o konuşmayı beğenmedik...
Ama Robin Cook, kendi devletinin resmi politikasını ortaya koydu...
Türklerden oy alacak ve seçim kazanacak diye, yalana başvurmadı...
Olmayacak birşey söylemedi...
Ama, oradakilerden bir tanesi olsun; özellikle de ‘işgalcilikle suçlanan’ Türkiye’nin 3 milletvekili, Robin Cook’a bir cevap verebilirdi...
Türkiye’nin, 1960 anlaşmalarından kaynaklanan bir hakkı kullanarak oraya gittiğini, garantör İngiltere’nin de olanlara seyirci kaldığını söyleyebilirdi...
Ne var ki herkes tepkisiz kaldı...
Mülkiyet konusunda yaşananlar
Yine Londra’da tanık olduğum bir ikinci olaydan söz edeceğim...
Türkiye Büyükelçisi, dönemin KKTC Dışişleri Bakanı Turgay Avcı onuruna bir öğle yemeği vermişti...
Davetliler arasında bizler de vardık...
Büyükelçi, katıldığı her toplantıda kendisine mülkiyet konusunda sorular sorulduğunu, kuzeydeki Rum otellerinin kullanımına tepki gösterildiğini ve sıkıntı yaşadıklarını anlattı...
Halbuki; Rumların bu tür iddiaları karşısında Türk tarafının elinde çok güçlü kozlar vardır...
En önemlisi Larnaka Havaalanı...
Rum tarafının kullandığı havaalanı arazisinin önemli bir kısmı Kıbrıslı Türklere ait...
Bu konuda Larnaka mahkemesinde açılmış dava var...
Dolayısıyla Rum otellerinin Türkler tarafından, Türk arazilerinin de Rumlar tarafından kullanılması savaşın bir sonucudur...
Bundan kurtulmak isteniyorsa, doğru olan Kıbrıs sorununu çözmektir...
Ve AB’nin tavrı
Kıbrıs’ta yaşanan gerçeklerin ne olduğunu bizim kadar Avrupa Birliği, İngiltere ve ABD’ de biliyor...
Downer gibi bir diplomatı dahi ‘dengeli davrandığı için’ dışlayan bir Rum siyaseti vardır...
Bu siyaset değişmediği sürece, kalıcı bir anlaşmaya varılması gerçekten çok zordur...
Burada önemli olan, özellikle AB’nin tavırlarıdır...
NET Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Besim Tibuk, geçtiğimiz Pazar günü Diyalog’ta yayımlanan açıklamasında bunu çok güzel özetledi...
AB’nin tek yanlı politikasına karşı sert çıkışlar yapılmamasını eleştirdi...
Annan Planı’nın kısa sürede unutulması da bizim etkisiz bir siyaset izlememizdendir...
Halbuki; 2004 referandumunuın sonuçları, kalıcı bir çözüme kadar Türk tarafınca etkili bir şekilde kullanılmaydı...
Bugün hala geç değildir...
Adil bir çözüm için, AB’nin ‘adil bir uygulamaya’ gitmesini talep etmeliyiz...
Çözümü isteyen taraf ‘suçlu sandalyesine’ oturtulamaz...