banner564

Gidilmesi gereken köyün minaresine bakmalı

   Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “yakın dostum” dediği Rum lideri Nikos Anastasiadis’e telefon açarak ‘geçmiş olsun’ dileklerini iletti...
   Ardından’dan Selanik’te karşılaştığı Yunanistan Dışişleri Bakanı Venizelos’a çok yapıcı bir teklifte bulundu:
   “Gel birlikte adaya gidelim...”
   Çavuşoğlu, Kıbrıs’a gelinmesi halinde Anastasiadis’e geçmiş olsun ziyaretinde bulunmak istediğini de söyledi...
   Oldukça iyi niyetli bir yaklaşım...
   Ayrıca, bundan 12 yıl öncesine kadar sürdürülen Türk Dış Politikasının değiştiğini kanıtlayan bir adım...
   Bundan 10 yıl öncesine kadar Türk Dışişleri Bakanları veya Başbakanları, Rum liderleriyle, Birleşmiş Milletler koridorlarında dahi el sıkışmazdı...
   “Muhatabınız Kıbrıs Türk lideridir” diyerek, kesinlikle görüşme yapmazdı...
   Halbuki; şimdiki Türk hükümeti, Rum liderini muhatap kabul ediyor, geçmiş olsun telefonu açıyor ve Başkanlık Sarayı’nı ziyaret etmek istediğini belirtiyor...
   Böylesi bir değişim karşısında sevinçten ve mutluluktan takla atması gereken Rum tarafı, tam tersini yapıyor ve anında “asla olamaz” diyor...
   Neden?..
   Çünkü; Çavuşoğlu’nun teklifi, Güney Kıbrıs’ın yanı sıra kuzeyin de ziyaret edilmesini içeriyor...
   
Atina izlemede
   Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın kuzeye geçmesini asla kabul etmeyeceklerini açıklayarak, uzlaşmaz tavırlarını bir kez daha gözler önüne sermiş oldular...
   Atina’nın seyirci kaldığı bu gelişmeler karşısında uluslararası kamuoyunu bilgilendirmek de Türk Dışişleri’nin ve KKTC liderliğinin görevi olmalıdır...
   Adamlar kesinlikle herşeye peşin hükümlü yaklaşıyor ve olumlu tekliflere dahi ‘Hayır’ diyorlar...
   Siz ne söylerseniz söyleyin, Kıbrıslı Türklerin ‘egemen Kıbrıs Cumhuriyeti’ne (!) yamalanmasından başka hiçbir teklifi kabul etmiyorlar...
   Peki bunu yaparken kime güveniyorlar?..
   Elbette ki Avrupa Birliği’ne...
   Onları şımartan AB’dir...
   Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün temelinde AB’nin tek yanlı tutumu vardır...
   AB, 2004 referandumu öncesinde Kıbrıslı Türklere verilen sözleri yerine getirmiş olsaydı, bugün adada sorun kalmazdı...
   İki eşit düzeydeki toplum, barış masasında uzlaşıya varırdı...
   Fakat; tek yanlı hareketlerle ve Rum liderliğine “merak etmeyin Türkiye’yi dize getireceğiz” diyerek cesaretlendirmelerde bulunmakla, adanın bölünmüş kalmasına katkı sağladılar...
   Böylesi bir durum AB’nin geleceği açısından da oldukça sakıncalıdır...
   Bunun olumsuz sonuçlarını ileriki yıllarda göreceğiz...
Türk tarafı ne yapmalı?
   Ankara ve Kuzey Lefkoşa, barış yanlısı tavırlarını sürdürürken, diğer yandan uluslararası alanda ‘aydınlatma’ kampanyalarına hız vermelidir...
   Bir ikinci önemli husus da, KKTC’nin her açıdan güçlendirilmesidir...
   KKTC’nin çökmüş sistemini ayağa kaldıracak atılımların başlatılması, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden hızlı adımların atılmasıdır...
   Başta İngiltere ve İtalya olmak üzere, Rusya ve İsrail ile KKTC arasındaki ilişkileri geliştirici projelerin hayata geçirilmesidir...
   Kuzey Kıbrıs’ın statüsünü bir miktar yükseltmek demek, karşı tarafı çözüme zorlamak ve burnunu kırmak demektir...
   ‘Burun kırılmadığı sürece’, bizim anladığımız ve istediğimiz şekilde bir çözüme asla razı olmayacaklar...
   İki bölgeli, iki toplumlu federasyonu ‘intihar’ olarak görüyor, o nedenle uzlaşmamak için binbir mazeret yaratıyorlar...
   Halbuki; Kıbrıs halkının geleceği ‘eşit bir şekilde’ bütünleşmeden geçer...
   Eşit şekilde paylaşım olduğu zaman, bulunacak çözüm kalıcı olur...
   Aksi halde “ben adanın güvenliğini sağlayabilirim” diyen AB’nin gözlerine bakarak, yeni bir ‘yok ediş’ stratejini hiç korkusuz uygulamaya koyarlar...
   Benzeri örnekler vardır...
   Onları görmezden gelemeyiz... 
YORUM EKLE

banner608

banner474