banner564

Gerçekleri görebilmek

   Yunanistan; 1974 yılında Kıbrıs’ta katliam işledi...
   Cumhurbaşkanı Makarios’u askeri darbe ile devirdikten sonra, ENOSİS konusunda acele etmeyen çok sayıda Kıbrıslı Rum’un hayatına son verdi...
   Namlular; Kıbrıslı Türklere yöneldiği an ise Türkiye; Garanti anlaşmalarından kaynaklanan hakkını kullanarak adaya müdahale etti...
    O sıcak günleri yaşayanlar; Türk askerinin Kıbrıslı Türkler tarafından nasıl bir coşkuyla karşılandığını anlatırken, göz yaşlarını tutamazlar...
   İkinci büyük olay neydi bilir misiniz?..
   Gazimağusa’da surlar içine sıkışmış olan ve Rumların otomatik tüfeklerle yürüttüğü saldırılara karşılık koyabilecek gücü kalmayan insanların kurtarılması...
   Türkiye’ye gönderilen son mesaj şuydu:
   “Ya gel kurtar, ya da teslim olacağız... Yok edileceğiz...”
   Türkiye gitti ve Gazimağusa’daki insanları da kurtardı...
   Gelelim üçüncü hayati konuya...
   Güneyde esir kapmlarına toplanmış Kıbrıslı Türklerin kurtarılması ve özgürlüğüne kavuşması gerekirdi...
   Kıbrıs tarihinde böylesi müthiş bir anlaşmayı başarabilecek tek bir isim vardı:Rauf Denktaş!..
   Ve Denktaş bunu başardı...
   Dönemin geçici Rum lideri Glafkos Klerides’i ‘nüfus mübadelesi’ anlaşmasına zorladı...
   Bunun bir sonucu olarak kuzeydeki Rumlar güneye, güneydeki Türkler de kuzeye geçti...
   Şimdi bazıları, o günleri unutarak veya unutturmak isteyerek “güneydeki malımızı keşke bırakıp da kuzeye geçmeseydik” diyebilir...
   Bu hal tarzı, insanların zaman zaman ‘garipleşmesi’ meselesidir...
   Silahların, bombaların gölgesi altında ve can korkusuyla kilometrelerce yürüyerek kuzeye, yani Türk askerinin güvencesine sığınan ayakları nasırlanmış insanlarla konuşmuş olsalar, elbette ‘keşkelerden’ söz edemezler...
Sorunlar yaşandı, yaşanacak da
   Askeri harekat sonrasında Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasında sorun yaşanmadı mı?..
   Elbette yaşandı...
   Evlerimizde sorun yaşamaz mıyız?..
   Anne ve babamızla, kardeşlerimizle tartışmaz mıyız?..
   Görüş ayrılıklarımız, farklı tercihlerimiz olmaz mı?..
   İşte Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasında yaşanan bazı ufak tefek olayı böyle değerlendirmek gerekiyor...
   Netice itibarıyla Türkiye 80 milyonluk bir ülkedir...
   İç ve dış ilişkilerde engin deneyimleri vardır...
   Bu deneyimlerini, yavrusu gibi gördüğü KKTC’ye aktarmak istemesi bir sevginin, verilen önemin ve büyük değerin bir sonucudur...
   ‘Efendim, Türkiye burasını ‘stratejik çıkarları için kullanıyor...’
   Elbette kullanacak...
   Yunanistan güneyi kullanmıyor mu?..
   Üçüncü garantör ülke olan İngiltere kullanmıyor mu?..
   Hiçbir hakkı olmadığı halde Rusya, burayı kullanmak için çırpınmıyor mu?..
   Hiçbir hakkı olmadığı halde Mısır ve İsrail, Güney Kıbrıs ile ‘Stratejik anlaşmalar’ imzalamıyor mu?..
   Bunları görmezden gelmek mümkün mü?..
Değitirilemez gerçekler
   Bir defa herkes bazı gerçekleri artık aklının bir köşesine yerleştirmeli ve söyleyeceklerini, yapacaklarını ona göre ayarlamalıdır...
   Hiçbir şart altında 1974 öncesine dönülemez...
   Türkiye’nin garantörlüğü asla iptal edilemez...
   Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki güçlü bağlar asla koparılamaz...
   Hiçbir güç tarafından yok edilemez...
   Önce karşı tarafa bir bakalım...
   1974’te Yunan Cuntası sayesinde yüzlerce Kıbrıslı Rum hayatını kaybetti...
   İki yüz bin insan göçmen oldu...
   Çok büyük acılar yaşandı...
   Kıbrıslı Rumlar planlı bir şekilde kalkınarak uzun yıllar sonra zengin oldu...
   Kuzeydeki gelirin kat kat üzerine çıktılar...
   En fakirinin bile bankalarda birikmiş parası vardı...
   Sonra ne oldu?..
   “Ellada... Ellada...” diyerek, taptıkları Anavatanları tarafından çıkarılan devlet tahvillerinden satın aldılar...
   Yunan bankalarına yüklü miktarda para akıttılar...
   Bir süre sonra Ellada battı...
   Bankalar iflas etti...
   Ve Kıbrıslı Rumların paraları buharlaştı...
   Son 40 yıl içinde ikinci büyük ‘Ellada’ darbesi...
   Buna karşın, Yunanistan’a saldıran olmadı...
   Yunan bayraklarını indiren bir tek Kıbrıslı Rum olmadı...
   Anastasiadis, iki gün önce Akıncı’ya kutlama mesajını nereden gönderdi bilir misiniz?..
   Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıların ön saflarında yer alan ve 1964’te hayatını kaybeden EOKA’cı Yannakis Talitis’ın büstünü açtığı Yeroşibu’dan...
   Yunan bayrağına sarılı büstü açarken, Güven Yaratıcı Önlemlerle ilgili hazırlık yaptıklarını söyledi...
   Rum basını ise bu önlemlerin içeriğini açıklamakta sakınca görmedi...
   Birincisi; Beşparmaklar’da 1974 öncesinden kalan mayınlı tarlaların haritasını vermek...
   İkincisi; güneydeki Türk eserlerinin bakımını yapmak...
   Üçüncüsü; Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu’nun KOP’a yamalanması...
   Maraş’a karşılık sadece bunlar...
Hayali dünyaya bedel
   Şimdi eğri oturup, doğru konuşalım...
   İster Akıncı, isterse bir başkası...
   Ercan Havaalanı’na doğrudan uçuşlar başlamadığı sürece Maraş’ı bu kadar basit önlem karşılığında kim verebilir?..
   Maraş’ı verdiniz mi duracaklar mı?..
   Ardından Güzelyurt, Karpaz, Girne gelecek...
   Ve çözümsüzlük devam edecek...
   Öyleyse gerçekçi olmak gerekiyor...
   Yarım asrı aşkın bir süre devam eden Kıbrıs sorununun nasıl çözüleceğini herkes bildiğine göre, Rum tarafına sorulması gereken bir soru vardır:
   “Var mısın, yok musun?..”
    Bizim, sizlere saldırma niyetimiz olmadığı için Anavatanınız Yunanistan’ın garantörlüğünün devamına karşı çıkmıyoruz...
   Ama sizin, ilk fırsatta bizlere yeniden saldıracağınız konusunda ciddi endişelerimiz var...
   En ilerici lider olduğu iddia edilen Hristofyas’ın döneminde bile güneyde EOKA’nın benzeri ELAM adlı terör örgütü kuruldu...
   ELAM, ırkçılığa karşı düzenlenen festivale katılan Kıbrıslı Türk müzisyene bıçaklı saldırı düzenlendi...
   Bu faşist ELAM’ın adamları, Mehmet Ali Talat’ın konferans vereceği salonu bastı...
   Yine bu faşistlerin askeri kamplarda silah eğitimi gördükleri bizzat AKEL lideri Andros Kiprianu tarafından açıklandı...
   Şimdi bunların tümünü görmezden gelerek, Kıbrıslı Türkleri ateşe sürükleyebilecek bir yaklaşım olabilir mi?..
   Bunu kim yapabilir?..
Sessiz çoğunluk sadece izliyor
   Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Akıncı’nın yüzde 60 oranında oy almasını sakın ola ‘Kıbrıslı Türklerin Rumlara teslimiyet’ kararı olarak yorumlamasın...
   Asla böyle bir düşünce yoktur...
   En ilerici geçinenler bile “yarın herkes evine dönecek arkadaşlar” dendiği anda bilesiniz ki; ayağa kalkıp isyan edecek...
   Bankada parası olanlar ülkeyi terk etmek isteyecek...
   Zaten son yıllardaTürkiye’den mülk alanların sayısında patlama yaşandığını biliyoruz...
   Akıncı’ya yüzde 60 oranında oy verilmesi; bu ülkede bin 800 metrelik su borusunu dahi 4 ayda değiştiremeyen CTP’ye, UBP’ye ve DP’ye duyulan tepkinin bir sonucudur...
   Ayrıca 178 bin seçmenden, 68 bin tanesinin sandığa gitmediğini gözden kaçırmayalım...
   Çözüm olacaksa, karşılıklı saygıya ve son 41 yılda kansız, belasız bir yaşam sürmemizin teminatı olan Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün devamına bağlı olacağını herkes bilmelidir...
   “Türkiye çeksin, gitsin” diyen Yunanistan Dışişleri Bakanı Kocas’ın, Rum egemenliğine dayalı çözüm önerisini kabul edecek Kıbrıslı Türklerin sayısı yok denecek kadar azdır...
   Hele garantörlüğü dışlayacak bir çözüm asla onay alamaz...
   Rum liderliği bunları biliyor...
   Bildiğine göre; her fırsaatta damarımıza basmak yerine, ciddi bir şekilde masaya gelmeli ve kalıcı bir çözüm istediğini ortaya koymalıdır...
   Sonuçta bazı bölgelerin taviz olarak verileceğini hepimiz biliyoruz...
   Ama, taviz olarak verilecek bölgelerden göç edecek olan Kıbrıslı Türklerin nereye gideceğini, nerede yaşayacağını bilmiyoruz...
   İkinci bir referandum olacaksa bunu da bilmemizde fayda vardır...
   Ve bu süreçte önemli olan Türkiye ile çatışmak değil; ilişkileri her zamankinden daha kuvvetli hale getirmektir...
   Kendi ayaklarımızın üstünde durma meselesine gelince...
   Birkaç basit örnek verelim:
   Arızalanan bir trafik lambasını üç günde tamir etmememizi Türkiye mi emrediyor?..
   Erimiş, çürümüş su borularının değiştirilmesini Türkiye mi engelliyor?:.
   Kentlerimize ve köylerimize yeşil ağaç dikmekten aciz olan bizler değil miyiz?..
   Devlet dairelerini günde 5 saat bile çalıştırmayan kimdir?..
   Fazla mesaileri denetleyemeyen, devleti küçültmek yerinde her seçim dönemi büyüklten kimdir?..
   Milyonlarca Euro’luk rüşvet, yolsuzluk, suistimal dosyasının yargıya intikalini önleyen Türkiye mi?..
Kargalar bile güler
   Kardeşim sen bin 800 metrelik erimiş, çürümüş su borusunuı 4 ayda değiştiremiyorsun...
   Memleketin her yanı çöple kaplanmış bunu göremiyorsun...
   Kamuda hizmetlerin çöktüğünü bildiğin halde önlem alamıyorsun...
   Hayvancının, narenciye üreticisinin alın terinin karşılığını zamanında ödeyemiyorsun...
   Ondan sonra da kendi kurumlarımızı kendimizin yönetmesinden söz ediyorsun...
   Hangi kurumlarımızı?..
   Telefon sende değil mi?..
   Elektrik?..
   Cypfruvex?..
   Bir zamanlar Sanayi Holding, Eti, Turizm İşletmeleri, KTHY yok muydu?..
   Hangisini ayakta tutabildin?..
   Hepsini batırdın...
   Şimdi polise sıra geldi...
   “İki ay içinde polis sivile bağlanmalıdır” diyenler var...
   İnanın, bunu yaptıkları gün bu ülke yaşanmaz hale gelir...
   Cinayetler, hırsızlıklar, soygunlar, kasıtlı zararlar, intikamlar, rüşvetler patlar...
   Ve işte o zaman KKTC yok olur...
   Böylesi bir siyaset anlayışının hakim olduğu bir ülkede polisi sivile bağlamak demek intihar etmek demektir...
   Kimse hayal görmesin...
   Buna izin vermezler...
YORUM EKLE

banner608

banner473