Güzel ülkemizde büyük acılar yaşadık...
Özellikle 1963-1974 yılları arasında uğradığımız silahlı saldırılar sonucunda yüzlerce insanımızı kaybettik...
Binlerce insanımız evinden, köyünden, işinden oldu...
On binlerce insanımız dış ülkelere göç etmek zorunda kaldı...
Kıbrıslı Türklerin yaşadığı en büyük felaketlerden biri de eski adıyla Dohni, şimdiki adıyla Taşkent’te yaşandı...
Aradan 42 yıl geçtiği halde o acılar hala dinmedi...
Kuşkusuz 42 yıl önce Rumlar da büyük acılar yaşadı...
Ama kıvılcımı başlatan da onlardı...
Kıbrıs’ta silahlı saldırıları onlar başlattı...
Savunmasız, masum insanları onlar katletti...
Ardından Yunan Cuntası ile hesaplaştılar...
Ve Türkiye 20 Temmuz 1974’te müdahale etmek zorunda kaldı...
Kıbrıslı Türkler; böylesi acı olayların yaşanmasını elbette istemezdi...
Ama, arkası kesilmeyen saldırılar ve ENOSİS hedefi Türkiye’nin askeri müdahalesini zorunlu hale getirdi...
Yaşanan acı olayları bilmeyenler ve öğrenmek istemeyenler veya ucu kendilerine dokunmadığı için gerçekleri ters yüz ederek anlatmaya çalışanların sadece Taşkent köyüne uğramaları yeterlidir...
Bu köyün erkekleri 42 yıl önce otobüslere doldurulup, bilinmeyen bir bölgeye götürülmüş, kurşuna dizildikten sonra ise çukurlara gömülmüştü...
Dul kalan kadınların ve yetimlerin acıları, aradan 42 yıl geçtiği halde dinmedi...
Kuşkusuz; onların acıları hepimizin acısıdır...
Onları, hiç olmazsa kendi devletlerinin ve Türkiye’nin güvencesi altında mutlu yaşatmak hepimizin görevidir...
Ayağa kalkmalıyız
Şehitlerimizin de bizlerden beklentisi; çalışmak, üretmek ve halkımızı mutlu etmektir...
Gelecekte bir daha benzeri acıların yaşanmaması için kendi topraklarımız üzerinde ‘her açıdan’ güçlenmektir...
Müzakerelerin en kritik aşamasında Rum Ordusuna ‘çoğunluğu Yunanlı’ olmak üzere 3 bin yeni askerin alınması karşısında, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin ne kadar önem taşıdığını anlayabilmeliyiz...
Artık dört duvar arasında icraat yapma, kabuller, ziyafetler ve parti işleriyle değil, ülkeye hizmet ederek vakit geçirmeliyiz...
Mehmetçik’te 8 ay önce tamamlanan yolun trafik ikaz işaretleri hala çizilmemiş, uyarıcı levhalar yerine konmamışsa sorumlulardan hesap sorabilmeliyiz...
Ana yollarda, kent merkezlerinde üstü açık kamyonlarla kum taşımacılığına göz yumuluyorsa, buna neden olanlara “dur bakalım arkadaş” diyebilmeliyiz...
Binlerce kanser hastasının bulunduğu bu ülkenin hastanesinde ‘parasızlık gerekçesiyle’ ikinci bir onkolog istihdam edilemiyorsa; gereksiz harcamaları kesebilmeliyiz...
Resmi Hizmet Araçları’na yenilerini ekleyenlere, halkın bu konudaki öfkesinin patlama noktasına geldiğini anlatmalıyız...
Hastaneye onkolog tayin etmeye para yoksa, yeni makam araçlarına parayı nereden buluyorsunuz?..
Muhaceret affı, vatandaşlık başvurusu, kimlik kartı çıkarma veya yenileme için devlet kapısına giden vatandaşlara ‘personel yetersizliği’ gibi inandırıcı olmayan nedenlerle işkence çektirme hakkınız yoktur...
Personel fazlalığı yüzünden patlayan kurum ve kuruluşlar vardır...
Toplamda 50 kişinin yeterli olabileceği bir kurumda 850 kişi çalıştırıldığı halde, ihtiyaçlı yerlere aktarma yapılmamasının herhangi bir izahı yoktur...
Kimse halkımızın uyuduğunu sanmasın...
Artık “yeter” noktasındayız...
Kimlik kartı için Gazimağusa Kaymakamlığı’na giden özürlü vatandaşımıza ‘üçüncü kata’ çıkması talimatını verenler, bunun imkanını sağlamak zorunda değiller mi?..
“İmza için üçüncü kata çıkacaksın” derken, tekerlekli sandalyede yaşam sürdüren adamın bunu yerine getiremeyeceğini bilmiyor musun?..
“Ne yapalım git işini Lefkoşa’da hallet” diyerek, Gazimağusa’da yaşayan özürlü vatandaşı 40 derece sıcağın altında 60 kilometre gitmeye mecbur ediyorsan, senin yönetim anlayışında sorun var demektir...
Ya bu sorunu ortadan kaldıracaksın, ya da şapkanı alıp gideceksin...
İçinde bulunduğumuz zor koşullarda masal dinleyecek halimiz kalmadı...
Bu toprakları korumak için canlarını veren şehitlerimizin beklentisi, geride bıraktıkları insanların mutluluk içinde yaşamasıdır...
Sınırları Türkiye koruyor...
Parayı Türkiye veriyor...
Senden istenen de basit işleri yapmaktır...
Eğer bir tabelayı dikemiyorsanız, şehitlerimizin de kemikleri sızlar...