Uluslararası ilişkilere ilişkin konuşur veya yazarken, insani duygulara hitap etmeye çalışılmasına dayanamıyorum. “Çocuklar ölmesin” diye başlayan cümlelerle yapılan analizler şimdiye kadar hiçbir olayı aydınlatmadı. İnsan hayatına gerçekten önem veren bu analizler arasından süzülen bombalar, her yeri ve her şeyi yıkıp dökerken çocuklar da anneleri de yetişkinlerde de ölüyor işte!
Bugünlerde en önemli olay Ortadoğu’da devam eden savaştır. Bu savaşa ilişkin yorumlar da oldukça anlamsız ve bırakın savaşın gidişatını etkilemeyi savaşı anlamayı bile zorlaştıran niteliktedir.
Savaş İran ile İsrail arasındadır. İran, Arap devletlerinin Filistinli radikal Araplara silah yardımı yapmamasından yararlanarak Hamas’ı kendi yanına çekmiş ve Gazze’yi Batı Şeria’dan kopararak kendine bağlamıştı. Bir yıl önce tam da bugün (7 Ekim), Gazze’den İsrail’e yapılan saldırının nedeni zaman ilerledikçe belki daha iyi anlaşılacaktır ama bu saldırının esas olarak İsrail ile başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap devletleri arasında gelişmekte olan ilişkileri sabote etmeyi amaçladığı gün gibi ortadadır. Yoksa, bu saldırının böyle bir felaketin başlangıcı olabileceğini herkes tahmin edebilirdi; özellikle de Yahya Sinvar gibiler. Bu saldırının amacı bu savaşı başlatmaktı; başladı!
Buna karşılık İsrail’in amacı, başlamış olan bu savaşı, kendisini kuşatmaya çalışan Direniş Güçleri’ni yok etmek, yok edemese bile İsrail’e saldırı potansiyellerini alabildiğine törpülemek ve “basit birer terör örgütü” seviyesine indirgemek için kullanmaktır. Bunu şimdi yapamazsa ileride yapması imkansız hale gelecektir. Bu son şansıdır ve kullanmaya çalışıyor.
İran’ın amacı, rejimi için tehlike olan güçlerle savaşı kendi topraklarından uzakta Hamas, Hizbullah veya Husiler gibi örgütler aracılığı ile sürdürmek ve kendi güvenliğini bu şekilde sağlamaktır.
İsrail şimdi, İran’a kadar uzanmak ve İran rejiminin prestijini yerle bir ederek bir rejim değişikliğini zorlamak istiyor. Bunun için ABD ve İngiltere’nin desteğini alması lazım… Amerika’daki seçimler buna engel mi, yoksa fırsat mı; bilmiyorum. Ama bütün sürecin bu eksenler üzerinde zikzaklar yaparak ilerlediğini anlıyorum.
Bizim yaptığımız analizlerin, iyi dileklerimizin veya Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kendi iç cephesini sağlamlaştırmak” amaçlı söylevlerinin savaşın gidişine hiçbir etkisi olmamıştır ve olmayacaktır.
Son günlerde Kıbrıs sorunu da güncellenmiş gibidir. Tatar ile Hristodulidis’in gelecek hafta BM Genel Sekreteri Guterres’in de katılımı ile yiyecekleri yemek bu güncelliği canlı tutmayı amaçlıyor. Gerek Tatar gerekse Hristodulidis, bu yemekte takınacakları tavrı kamuoyuna duyurdular. Bu tavırların yakınlaştırılması ve yeni müzakere süreci başlatmak imkansızdır. Ama pencere gındırık kalsın yeter! Guterres, bunca işi içinde bir bununla uğraşıyor işte!
Bu durumda Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak yaptığımız analizler de değerini yitiriyor. Tatar şunu demiş, Hristodulidis’in yanıtı şöyle olmuş… Bilirkişiler toplanmışlar ve “Kıbrıs sorununu çözmek istersek yeni müzakere sürecine zaman sınırlaması ile başlayalım” sonucuna varmışlar… Bunların hepsinin kıymeti harbiyesi bizim günlük yaşamımıza veya amaçlarımıza hizmet ettikleri kadardır. Politikacı iseniz bu konuda konuşmak, köşe yazası iseniz yazmak, akademisyenseniz panellere katılmak zorundasınız! İşimiz bu; gerisi lafügüzaf!
Olaylara daha geniş açıdan bakmakta yarar var: Kimse öldürmek için öldürmüyor. Kimisinin kendini savunmak, kimisinin iktidarını sağlamlaştırmak gibi nedenleri var.
Ölmüş gibi düşünün, ruhunuz gökyüzüne yükselmiştir ve aşağıda olanları seyredin. Kavrayışınız biraz olsun değişecektir!
Kendinizi ölmüş ve dünyaya yukardan bakar gibi hissetmeye çalışın. Bütün güç sahiplerinin davranışlarının kendilerinde göre “geçerli bir nedeni” olduğunu kavramanız kolaylaşacaktır…