Bu sabah son günlerde haftada birkaç gün yaptığımız gibi güneş doğarken kalkıp ormana gittik.
Güneş daha doğmadığı için hava serindi.
Espasito bir saat kadar koştu, ben yarı uyur yarı uyanık bir saat kadar yürüdüm.
Geceyi kendini serinleterek geçen ormandan nefis kokular geliyordu.
Dönüşte, servi ve altıntop ağaçlarının üstünde açık mavi deniz ortaya çıktı ve eskiden bu manzarayı gördüğümde hissettiğim coşkuyu artık hissetmediğimi düşündüm.
Eskiden Lefkoşa’da yaşardım ve bunun eşi bir manzarayı bir arkadaşımın arabasında veya bir takside Lefkoşa’yı ve Boğaz’ı arkada bırakıp dağın diğer tarafına geçtiğimde görürdüm. Denize girmiş gibi vücudumu ve ruhumu serinletirdi görüntü. Tuzlu suyun kokusunu alırdım. İyimserlik ve hafiflikle dolardım.
Bu sabah bunları hissetmedim.
Görüntü eskiden olduğu gibi güzeldi, ama beni o eski duygularla doldurmadı.
Yaşlanmanın getirdiği azalmış bir coşku duyma kapasitesi mi idi nedeni?
Aynı manzarayı her gün görmenin yarattığı kanıksama mı?
Yoksa manzaranın eskisine benzemesi ama eskisi gibi olmaması mı?
Yol kenarındaki ağaçların ayakları, gelip geçenlerin attığı çerçöpün içindeydi. Deniz içine boşaltılan bin bir türlü pislik ve zehirle boğuktu. Sahile vuran dalgalar plastik parçaları ve ne olduğu belirsiz şeyler getiriyordu.
Girne eski tek katlı, bahçeli evlerle dolu kasaba olmaktan çıkmış büyümesi durmayan, çevresindeki köyleri yutmuş, çok katlı binalarla dolu çirkin bir kente dönüşmüştü. Müteahhitlerin ve spekülatörlerin ve rüşvet alarak onların işini kolaylaştıranların nefesi denizden gelen esintiyi bastırıyordu.
Aklıma Ben Rawlence’ın Kuzey Ormanları üzerine yazdığı Treeline (Ağaçların Bittiği Yer) adlı kitabındaki bir cümlesi geldi: “Üzerinde yaşadığını sandığın gezegen artık mevcut değil.”
***
İçinde artık yaşanmayan ormanda geçen zamanın arkada bıraktığı insanların izleri var. Mesarya Ovası’na bakan yamaçtaki küçük viran kilise… Bir zamanlar keçi ağılı olarak kullanılan geniş mağara… Kurumaya yüz tutmuş bir pınarın sularının içine aktığı, toprak ve kuma boğulmuş bir havuzcuk… Bir zamanlar alıç dikmek için orman ağaçlarından temizlenen düzlükte ayakta duran kurumuş alıçlar.
Ama burada bunlarla ilgili insanlardan binlerce yıl önce yaşamış olanlar da var. Onların emaresi define avcılarının mezar ararken kazdığı çukur.
***
Orman kendisi için vardır.
Bazıları insansız doğanın anlamsız, amaçsız ve hüzünlü olacağını düşünür. Ama gerçek şudur ki insan doğa için şart değildir. Sadece insan mı? Hiçbir canlı şart değil. Yerin altı bazıları yüz milyonlarca yıl yaşadıktan sonra yok olan yaratıkların iskeletleri ile doludur.
Yaratıklar yok olur ama doğa sürer, bir canlının boş bıraktığı yeri başka canlılar doldurur.
Dünyanın ay gibi bir ölü yer olmak yerine sayısız canlı ile dolu bir yer olması en büyük muammadır.
***
Gamarez Sokağı’nın başındaki fırından iki simit alıp eve dönüyoruz. Yarın bayram. Yarın sabah yürüyüş yok, uyku var.
NOT: Okuyucularımın bayramını kutlarım.
Cicero ne demiş? yaşlılığa karşı en mükemmel ilac bilgili ve erdemli olmakdır. sanki sayın münir için söylemiş. bayramınızı kutlar saygılarımı sunarım.
Hersey yazdığı gibi. Seviyoruz MM yi
Arada sırada Sayın Münir'in milliyetteki yazı arşivlerini karıştırırım. Bakın ne buldum:
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/metin-munir/erdogan-in-baskanligi-1554443
Aradan 10 yıl geçmiş, tam da işaret ettiği yerdeyiz. Neden burada olduğumu tekrar hatırladım. Allah üstadımıza uzun ömürler versin...