Geçtiğimiz gün yazılı ve görsel basınımızda öncü konumuna gelmiş Diyalog Gazetesi’nin altıncı, televizyon kanalının ise beşinci kuruluş yıl dönümü kutlandı.
Biliyorsunuz, KKTC medyası kendine özgü yapısı olan, yazım politikaları belirsizlik taşıyan bir orman konumundadır.
Ormandaki ağaçların boyutları değişik, kimi kısa, kimi uzun, kimi ince, kimi kalın.
Günümüzde medyamızda ağırlıklı olarak hala daha var olan patron gazeteleri ve siyasi parti gazeteleri olarak ikiye ayrıldığı günlerin en civcivli dönemleriydi.
Kıramayacağım kimselerin ricasıyla basın dünyasına yeni adım atmış bir yayın kuruluşuna makaleler yazmaya başlamıştım.
Bir süre sonra seçim dönemine girildi.
Seçim döneminin ilk günlerinde tarafsızlığını koruyan, siyasi partilere eşit mesafede duran gazete bir süre sonra alacak- verecek meselesini gerekçe göstererek ve çok belirgin bir şekilde yan çizmeye ve taraf olmaya başladı.
“Yapmayın, etmeyin, yanlıştır, dün öyle bugün böyle, etik değildir” dedim, dinleyen olmadı.
Bu durum karşısında gazeteden elimi çektim, makale yazmaya son verdim.
Altı yıl önce Diyalog’un kuruluş günlerinde bir başka gazetenin yöneticisi pozisyonundaydım.
“Keşke aralarında ben de olsaydım” diye düşünmedim değil. Genel Yayın Yönetmeni Reşat Akar’ı, tüm ailesini çok yakından bilen biriydim. Ağabeyi Ahmet lise ve üniversitede yakın arkadaşımdı. İzmir Kahramanlarda, 1404 Sokak’taki yurtta yıllarca aynı odayı paylaşmıştım.
Basın dünyasındaki tutarlı duruşunu her zaman takdir edenlerdendim.
O günlerde kısmet değilmiş, Diyalog yazım ailesi içinde yer almam neredeyse bir yılı bulmak üzere.
Bu zaman zarfında güzellik o ki Diyalog Gazete ve televizyon sahipleri tarafından yönlendirilme temayülüne, müdahale eğilimine hiç rastlamadım.
Diyalog, tamamen bağımsız olabilme özelliği taşıyan, her kesimdeki görüşlere aynı mesafede duran, sayfalarında sıkıntı yaratmayan bir politika izliyor. Bunda bu fırsatı veren gazete sahipleri ile birlikte deneyimli gazeteci ve yönetici Reşat Akar’ın rolü çok büyük.
Bunu başarabilmek ise en büyük! Nice yaşlara diyorum.
--------------------------------------------------------------------
Türkiye’nin Libya ile yapmış olduğu ikili anlaşma bir anlamda Yunanistan’ın Akdeniz’i Kıbrıs Rumları ile birlikte inhisarlarına almalarının önünü tıkadı.
Birinci Dünya savaşlarının bir neticesi olarak 15 Şubat 1947’de hokus –pokusu andıran el değiştirmeleriyle İtalyanlardan Yunanistan hakimiyetine geçen 12 adalarla birlikte Ege denizinde Türkiye’nin hareket alanı hemen hemen sıfıra inmişti.
İşte Türkiye- Libya anlaşması Türkiye’nin Akdeniz’de rahat nefes almasına olanak tanıyan bir anlaşma oldu. Bu arada Rum ve Yunanlıların hidrokarbon üzerinden Akdeniz’in tamamına sahip olma oyunu da bozguna uğramış oldu.
Diyalog altı yaşında!
- 09 Aralık 2019, 09:04
- 49
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi