Türkiye gerçekten çok tuhaf bir devlet, hâlihazırdaki yöneticileri de öyle. Son haftaların haber manşetlerine bakınız: Dış politikada ‘’yeni bir dönem’’e geçilmek istendiğine ilişkin resmî açıklamalar okuyoruz. Bir süredir zaten Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerin normalleştirmek istediğinden söz ediliyordu. Şimdi de, hükümet komşu ülkelerle –yeniden- iyi ilişkiler kurmak arayışına girmiş durumda. Hatırlanacağı gibi, daha önce iç politikayla ilgili olarak da hükümetten ‘’müjdeli’’ haberler almıştık; ‘’yargı reformu’’ ve ‘’insan hakları eylem planı’’ gibi.
Buradaki ilk tuhaflık şu: Bu haberler ilk anda Türkiye’nin normalleşme rotasına girmek üzere olduğu izlenimi yaratıyor; ama öte yandan ülkede işlerin gerçekte nasıl yürütülmekte olduğuna baktığınızda, genel bir iyileşme dönemine girmek üzere olduğumuz konusunda hiç de ümitvar olamıyorsunuz. Tam aksine, devlet ve hükümeti kendisine muhalif olan veya öyle olduğunu varsaydığı ve aşağı yukarı toplumun yarısını oluşturan kesime ’’bizden değil’’ nazarıyla bakıyor, yani hiç de hoş bakmıyor. Dahası, bu kesimin büyükçe bir kısmına ‘’yabancı’’ymışlar gibi bakıyor, hatta onlara yer yer düşman muamelesi yapıyor: Kürtlerin demokratik temsilcilerini Meclisten atmaya ve partilerini de kapatmaya çalışıyor.
Bu manzarada başka bir tuhaflık daha var: Hükümet komşu ülkelerle ‘’ilişkileri düzeltmek’’ten söz ederken, bununla Türkiye’nin dört bir yanını sahici ve kapsamlı bir barış ve dostluk halesi ile çevrelemeyi kast etmiyor. Kast ettiği sadece Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ‘’Müslüman’’ ülkelerle daha iyi ilişkiler kurmak, özellikle de Mısır’la ilişkisini yeniden normalleştirmek. Elbette, Araplarla sınırlı da olsa bu çabanın değersiz olduğunu söylemek istemiyorum, ama dış politikadaki bu ‘’açılım’’ niyetinin kapsamına Yunanistan’ın ve ‘’Kıbrıs Cumhuriyeti’’nin dâhil edilmemesi gerçekten tuhaf değil midir?...
Daha ötesini söyleyeceğim: Akdeniz’in gerçekten de bir ‘’barış gölü’’ haline gelmesini istiyorlarsa, Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sun’î parçalanmışlığına son vermek için müşterek bir çaba içine girmeleri gerekmez mi?.. Başka bir deyişle, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eksik ayağını tamamlayacak barışçı bir çözüme, Türk ve Rum halklarının eşitliğine dayalı federatif bir devletin kurulmasına samimiyetle destek vermezlerse, bu iki ülke Doğu Akdeniz’in ve Ege’nin çatışma değil de işbirliği ve dayanışma zemini olmasını nasıl sağlayacak?... Coğrafyalarının kendilerine birbiriyle dost olmayı âdeta dayattığını ve Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi barışçı yoldan sağlanmadığı sürece de bunun gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu Türkiye’yi ve Yunanistan’ı yönetenler ne zaman idrak edecekler?
Kaldı ki, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eksik ayağının tamamlanması sadece Türkiye’nin (ve Yunanistan’ın) değil, Kıbrıslı Türklerin, hatta Rumların da yararınadır. Rum partnerleriyle eşitlik temelinde federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı olmalarının her bakımdan Kıbrıslı Türklerin çıkarına olacağı açıktır. En başta, basit ve sıradan bir şeyden değil, son derece önemli değişimden söz ediyoruz! Dünya ile teması her bakımdan teması koparılmış ve başka toplumlar nezdinde hukukî bir kimliğe sahip olmadığı için uluslararası toplum nazarında yok hükmünde olan bir halkın resmî bir kimliğe kavuşmasından ve dünyaya açılmasından yani... Bu haliyle Kuzey Kıbrıs ne dünya ile ticaret yapabiliyor, ne de muazzam turizm potansiyelini değerlendirebiliyor.
Öte yandan, Kıbrıs Türklerinin Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilim yüzünden Avrupa Birliği’nin dışında kalmaları onlara haksız olarak yüklenmiş bir mağduriyet değil midir? Kendilerini Türkiye’nin hiç bitmeyecek gibi görünen vesayetine mahkûm hissetmelerinin Kıbrıs Türklerinin kendi-kaderini-belirleme iradesine yönelik olarak ifade ettiği saygısızlık görmezlikten gelinebilir mi?..
Ayrıca, Kıbrıs Rum halkı da haricî bir müdahale ve onun tetikleyeceği bir çatışma ihtimalini büyük ölçüde ortadan kaldıracak olması bakımından, birleşik bir Kıbrıs’ı garanti edecek bir çözümün kendi yararına olacağının herhalde farkındadır. Bunlara, birleşme halinde Kıbrıs’ın iç pazarının büyümesinden Türkler yanında Rumların da kârlı çıkacağını da eklemek gerekiyor.
Ne yazık ki, zihinlerini ‘’hükmet-i hükûmet’’in esir aldığı Türk devlet ve siyaset eliti Kıbrıs’taki statükonun devamında kararlı görünüyor ve bu çözümsüzlüğün Kıbrıs Türkleri tarafından da sahici bir ‘’çözüm’’müş gibi algılanmasını sağlamak için uğraşıyor. ‘’Türk devleti’’ en başta bu durumun sürdürülemez olduğunu, yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hiçbir zaman uluslararası hukuk bakımından meşru bir devlet olamayacağını anlamazlıktan geliyor.
Daha da önemlisi, Türkiye’nin egemenleri Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün Türkiye’nin yararına olmadığı gibi, Kıbrıs Türklerine de gitgide telâfisi imkânsızlaşan büyük zararlar verdiğini de göremiyorlar.