Dün yine “kupürü kesilmiş ilaçlar” bulundu. Bu şekilde kupürü kesilerek Sosyal Sigortalar Dairesi’ne bildirilmiş ve parası alınmış ama hastalara verilmemiş ilaçların varlığı, yolsuzluğun varlığının da kanıtıdır. Yolsuzluğa bulaştığı kuvvetle muhtemel olan kişiler erken zamanda mahkeme huzuruna çıkarılır mı bilmiyoruz ama anlaşılan odur ki bu yolsuzluk çok yaygındı ve soruşturması da uzayacaktır.
Bu soruşturma uzayıp giderken başta kronik hastalar olmak üzere Sosyal Sigortalar Dairesi’nden “ilaç yardımı” alma hakkı bulunan yurttaşların hakları, ne olacak? İlaç yardımının şimdiye kadar olduğu şekilde ilaç kupürleri kesilerek verilmesi sistemine son verilmiştir. Artık eczaneler, ilaç bedellerini tam olarak tahsil ediyorlar. İlaç yolsuzluğu soruşturması başlayalı 15-20 gün olmasına ve bu yolsuzluk soruşturması nedeni ile hastaların mağdur duruma düştüğü basına defalarca yansımasına karşın Sosyal Sigortalar Dairesi bu konuda hiçbir önlem almamış ve herhangi bir açıklama yapmamıştır.
Yurttaşların hakları gasp edilmiştir ve ilgili bakan sessizdir. Muhalefetin bu hakkın iadesi konusunda somut bir önerisi ve baskısı olmadığı görülmektedir.
Meclis’in gündeminde bulunan 276 adet yasa gücünde kararname ile yurttaşların haklarının gasp edildiğini yazmıştım. En azından bir tanesi için bu böyledir. Bu kararnamelerden biri ile emeklilerin vergi muafiyetleri iptal edilmiş ve kendilerinden daha fazla vergi tahsil edilmeye başlanmıştır ki bu durum, Anayasa’ya açıkça aykırıdır. Meclis açıldı, gündemde bulunan konularla ilgili pek çok konuşma yapıldı ama ne hükümet kanadından ne de muhalefetten buna ilişkin bir ses duyuldu. 276 adet yasa gücünde kararname içinde kim bilir daha kaç tanesi yurttaşların haklarını çiğnemek için düzenlenmiştir? Bunların hepsini saptamak, ortaya bir döküm çıkarmak için bile yoğun bir çalışma gerekmektedir.
Yurttaşların hakları, yasa gücünde kararnameler ile Anayasa da çiğnenerek ayaklar altına alınmıştır ama siyaset mekanizması içinde yerleri olanlar bu konuda ya sessiz ya da çaresizdir.
Daha başka örnekler de verilebilir belki ama sadece bu iki örnek bile, “yurttaşların sahipsiz olduğunu” veya “siyasetin içinde bulunanların halkın yaşamı ile ilgilenmediğini” söylemek yeterlidir.
İşte böyle bir ortamda, milliyetçi siyasetçiler halkın KKTC’ye sahip çıkmasını ve hatta, “KKTC uğruna ölümü göze almasını” beklemektedirler. Bu bağlılığı göremedikleri zaman, “biz ne zaman bu kadar ruh hastası biriktirdik” diye yerinmekte; kendi yurttaşlarına zerre kadar güvenmediklerini ortaya koymaktadırlar.
İşte böyle bir ortamda, ana muhalefet partisi lideri, “sokağa ineceğiz, kaç kişi yanımızda olacak göreceğiz” diyerek halka çok fazla güvenmediğini ifade edebilmektedir.
Halk ile siyasetçiler arasında derin bir uçurum oluştuğu aşikardır ve bunun başlıca nedeni, siyaset kurumu içinde etki sahibi olanların halkın yaşamını ilgilendiren konularda etkili bir çaba ortaya koyamamasıdır. Bu gerçeği görmeden ve bu uçurumu nasıl kapatabiliriz diye düşünmeden üretilecek her türlü söylem ve faaliyet, halkı siyasetten biraz daha uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Sonuçta, iktidar olmak “yandaşlara çıkar sağlamaya”; muhalefet olmak ise “boşuna konuşmaya” indirgenecektir.
Belki de tam da o durumdayız!
Siyasetçiler ise bununla ilgilenmiyor ama ilaç yolsuzluğunun bedeli, hastalar tarafından ödenmeye başlandı. İlgili bakanlık ve daire ise sessizliği tercih ediyor…