Mısır’ın eski devlet başkanı Mursi’nin, kendisini deviren Sisi’nin yönetiminin zulmü altında, en sonunda mahkeme salonunda vefat etmesi başta dindarlar ve İslamcılar olmak üzere Türkiye’deki hemen hemen herkesi üzdü. Seçimle geldiği devlet başkanlığından askerî darbeyle uzaklaştırıldıktan sonra darbeci rejimin zulmüne maruz kalan bir siyasetçiye üzülmekten daha tabiî ne olabilir?..
Ama, dikkat edelim: Mursi’nin trajedisine üzülmek ile İslamcıların yaptığı gibi onu bir ‘’demokrasi kahramanı’’ olarak ilân etmek arasında fark vardır. Bir yıllık kısa iktidarının gösterdiği gibi, Mursi’nin seçimle göreve gelmiş olmak dışında demokrasiyle pek bir ilişkisi yoktu. Nitekim Mursi iktidarının daha beşinci ayında çıkardığı bir başkanlık kararnâmesiyle çoğu devlet yetkisini kendisinde toplayıp ardından tek taraflı iradesiyle ülkeye İslami renkli bir anayasa dayatmaya kalkışmıştı. Onun ne çoğulculuğa saygısı vardı, ne de insan haklarıyla ve hukukun üstünlüğüyle başı hoştu.
Esasen, İslam-demokrasi ilişkisi öteden beri hep bir bağdaşma sorunu olarak ele alınmıştır: ‘’İslam demokrasiyle bağdaşabilir mi?’’… Bu sorgulamanın nedeni, İslam’ın dinî bir öğreti olarak demokrasiyle bağdaşabilir olup olmadığına ilişkin sahici bir meraktan ziyade, İslamcı söyleme ve İslamcıların dünyadaki gelişmeler karşısında aldıkları tutuma karşı Türkiye’de ve dünyada duyulan haklı güvensizlikti. AKP’nin de katkısıyla, zaman gösterdi ki, bu konuda İslamî öğretinin kendisinden değilse de İslamcılıktan kuşku duyulması haksız değilmiş.
Aslına bakılırsa, başka konularla ilgili olarak olduğu gibi, İslam’ın demokrasiyle bağdaşabilirliği de yoruma bağlıdır. En başta, İslami bir din ve ahlâk öğretisi olarak mı yoksa bir siyaset olarak mı anladığınız, demokrasi karşısında alacağınız tutumu büyük ölçüde belirler. İslam eğer esas olarak bir dinî ve ahlâkî öğreti ise, onun siyasal alanın düzenleyici ilkelerinden biri olma iddiasındaki demokrasiyle bağdaşmaması için bir neden yoktur. Çünkü, demokrasinin özü, halkın ortak sorunlarını -doğrudan doğruya veya temsilcileri aracılığıyla- birlikte müzakere ederek karara bağlaması ve kendisi adına kamu işlerini çekip-çevirenlerin yapıp-ettiklerinden dolayı halka hesap vermeleridir. Yani, demokrasi esasta insanlara bir ahlâk ve hayat tarzı dayatmaz.
Buna karşılık, İslam eğer öncelikle bir siyaset olarak algılanırsa, o zaman onun önü totaliterizme kadar açıktır. Çünkü, siyaset aracılığıyla kendi ahlâkî ve kültürel kodlarını tüm topluma teşmil etme peşindeki bir ‘’dava’’nın farklı ahlâkî anlayış, hayat tarzı ve kültürel pratiklere hayat alanı bırakması düşünülemez. Bunun gibi, İslamı eğer bir grup kimliğiyle özdeşleştiriyorsanız, bu ister bir kabile, ister bir kavim, isterse bir ulus olsun, o zaman demokrasiye bakışınız ‘’biz ve öteki karşıtlığı’’na bağlı olarak şekillenir ve genellikle de dışlayıcı olur. Çünkü bu durumda demokrasi size ‘’kendinizinkiler’’den tamamen farklı ve hatta onlara karşıt (veya, ‘’düşman öteki’’ne ait) bir değer olarak görünür.
Ayrıca, demokrasi karşısındaki tutumunuz, İslamı dünyaya açık ‘’medenî’’ (şehirli) bir gözle mi algıladığınıza, yoksa onu kabile mantığıyla mı anladığınıza bağlı olarak da değişkenlik gösterir. Bu ikinci yorumun demokrasiyle bağdaşmayacağı açıktır.
Kısaca, demokraside İslama aykırı olan hiçbir şey yoktur. Esasen, dinin ‘’insanlık durumu’’nun evrensel bir özelliği olduğu gerçeği karşısında, onun kategorik olarak demokrasiyle bağdaşmadığını söylemek demokrasiyi evrensel bir ideal olarak tasavvur etmekten vazgeçmemizi gerektirirdi. Bu arada, dinlerin insanlık durumunun esaslı bir gerçeği olması kişisel olarak bizim din karşısında nasıl tavır aldığımızdan bağımsızdır. Başka bir deyişle, birey veya grup olarak bizim dine kayıtsız veya din karşıtı olmamız dinlerin evrensel bir gerçek olduğunu inkâr etmemizi veya görmezlikten gelmemizi gerektirmez.
Demokrasiyi İslama aykırı olarak görenler, esas olarak, onu siyasî bir ideoloji olarak kurgulayıp devlet cebri aracılığıyla bütün bir topluma dayatmak isteyen İslamcılardır. Bunlar, ‘’biz ve öteki’’ mantığını içselleştirmiş olan kimlikçi, dışlayıcı ve kabilecilerdir. İslâmcılık ayrıca insanlardaki ‘’ahlâk duygusu’’nu tahrip eder; kabileci-dışlayıcı doğası ve esas olarak politik cebre dayanması yüzünden de toplumsallığa bir temel oluşturamaz. Öte yandan, İslamcılığın -yanlış olarak ‘’Makyavelist’’ diye bilinen- ahlakî sapması da gruplar ve kesimler arasında güvensizliği besler. Bütün bunlar ‘’toplum olarak var olmayı, dolayısıyla demokrasiyi imkânsız kılan şeylerdir.
Kısaca, demokrasi istiyorsanız, dindarlığı bilmem ama İslamcılıktan uzak durun derim.
Demokrasi istiyorsanız İslamcılıktan uzak durun
- 23 Haziran 2019, 09:20
- 115
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi