Bir gece, bir kanaldan diğerine atlarken Başbakan Ahmet Davutoğlu ile yapılmakta olan bir söyleşiye çarptım.*
Böyle durumlarda genellikle tepkim hafif bir çığlık attıktan sonra ardıma bakmadan kaçmak olur. O gece, nedense, programı sonuna kadar izlemek istedim.
Bazen mazoşistliğim tutar.
Narkoz olmayan çağlarda, acıyla haykırmamaları için ameliyat olacak hastaların ağzına bir tahta parçası verir, “ısır” derelerdi.
Böyle bir tahta buldum. Isırdım. Programı izlemeye başladım.
Kameraların önünde Davutoğlu’ndan başka (Seçimlerden sonra, başbakanın saç stilini değiştirdiğinin farkında mısınız? Neyi amaçlıyor olabilir?) üç kişi daha vardı: Söyleşiyi yöneten kişi ile biri erkek diğeri kadın iki gazeteci.
Her şey beklediğim gibiydi. Yani inanılmaz derecede sıkıcı. Başbakana zor sorular sorulmuyordu. Söylediklerine itiraz edilmiyor, lafı uzattığında araya girilmiyordu. O da susmak bilmiyordu. Evet veya hayır diye cevaplandırılabilecek sorulara bile uzun cevaplar veriyordu.
Dakikalar geçti. Davutoğlu ilginç, kayda değer bir şey söylemedi.
Birkaç defa odunu ağzımdan çıkartıp normal hayatıma dönmeyi düşündüm ama dişimi sıktım.
Ve sonunda ilginç bir şey oldu.
Gazetecilerden biri Ahmet Sever’in Abdullah Gül İle 12 Yıl kitabını gündeme getirdi. “Kitabı nasıl buldunuz, ” diye sordu.
Davutoğlu “Daha kitabı okumadım,” dedi.
İyi bir “hatırat” koleksiyonu olduğunu söyledi. “Hatıratı” o kadar çok seviyordu ki, üniversitede bir doktora programını “hatıratlar” üzerine kurmuştu. Kitaba olan merakı biliniyordu. Sever’in kitabını “mutlaka” alıp okuyacaktı.
Burada konuyu kapatır sandım ama, hayır. Devam etti. Uzun uzun iyi bir hatıratta üç unsur olması gerektiğini anlattı.
"Bir hatıratta bu üç unsur olmadı mı ben o hatıratı ciddiye almam. Bu hatıratta bu üç unsur da yok,” dedi ve Ahmet Sever’in kitabını yerden yere vurmaya başladı. Anekdotlar tek taraflı ve selektifti. Anlatım da tek taraflıydı. Gerçeği yansıtmıyordu. Zamanlaması (o ne demekse) kötüydü.
Ve hiç kimse... Ne soruyu soran gazeteci... Ne sormayan ... Ne mülakatı idare eden... “Ahmet Bey. Kitabı okumadım dediniz. Neye dayanarak kötülüyorsunuz? Neresi ‘gerçeği yansıtmıyor?’ diyemedi.
“Vay canına,” dedim, ağzımdan çıkardığım odunu köşedeki çöp tenekesine fırlatıp, ıskalayarak. “Demek bu kadar düştük.”
Davutoğlu mülâyim gazetecilerden başkasının önüne çıkacak öz güvene sahip değil.
Her şeye inanmaya, iktidarın en aptalca işlerini desteklemeye amade gazetecilerin önünde otura otura söylediklerini tartarak konuşma alışkanlığını kaybetti. Doğru yanlış, istediğini söylemekte serbest addediyor kendini.
Her ülke layık olduğu kişiler tarafından yönetilir derler ama doğru değildir. Bizim gibi layık olmadıkları kişiler tarafından yönetilen çok ülke var.