ABD'de seçim sonuçlandı. Kıbrıs'ın bugününü ve yarınını etkileyecek olan Mont Pelerin'de kritik zirve devam ediyor.
Çiftçiler, Hayvancılar eylemde.
Dolar almış başını gidiyor.
Suriye, Irak kan deryası.
Rusya, hemen yanımızdaki denize yolladığı uçak gemisi Kuznetsov'un Halep hareketine dönük kullanılabileceğini açıkladı.
Rakka'ya, Suriye Demokratik Ordusu’nun da için de yer aldığı askeri hareket başladı. Musul askeri operasyonu devam ediyor.
İran bölgede huzursuz.
Türkiye'de iç siyasette gerginlik dorukta.
Unutulmayan şiir
İşte böyle bir aşamada halimize bakıyorum.
Aklıma Orhan Veli Kanık'ın şiiri geliyor;
"Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna,
Umurunda mı dünya."
Yeter ki maaşlar gelsin. Ödensin....
Ama yapısal sorunların çözümü. Özlü konuların ele alınması üzerine de kimse konuşmasın. Konuşulanların hem söylediklerine, hem de varlıklarına gülünsün...
Hade biz hor görülüyoruz.
Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'nun TBMM'sinde yaptığı konuşmayı ilgi ile takip ettim.
Bölgemizde meydana gelenlere bağlı olarak, bizim duyduğumuz endişelerin benzerini çarpıcı olarak dile getirdi.
Hidrokarbon kaynakları ve enerji yolları üzerinde bölge ve Doğu Akdeniz'de var olan potansiyel tehdite dönük işaret edilen doğrular, kulağımızı hiç mi terletmeyecek?
Ama Kuzey ve Güneyde konu ne?
Güzelyurt verilsin mi, verilmesin mi?
Peki, yapısal sorunlar…
Yapısal sorunlardan söz ediyoruz. Ekonominin çıkmazından. İnsanların alım gücünün eridiğinden. Çalışanların geçim derdinin doruğa çıktığından. Sektörlerin problem yaşadığından.
Dolar krizinden. Dolar üzerinden alınan vergilerin insanları, işletmeleri zora soktuğundan söz ediyoruz.
Cevap," devlet gelirleri arttı"… Peki bu artışın niteliği? Suskunluk. Devlet tefeci gibi kur üzerinden gelir alamaz, bu yanlış diyoruz. Cevap yok?
Su diyoruz. Tüketim artıkça suyun pahalılaşması, esnafı, işletmeleri, turizmi, sanayiyi, ticareti zorlayacak, çare diyoruz. Cevap kem küm?
Peki, bunların kamuoyu ve siyasette, basında karşılığı? Kime ne?
Başbakan ve Maliye Bakanı açıklıyor ya, "para var, maaşlar ödenecek". İş tamam.
Aynen, Orhan Veli Kanık'ın şiiri gibi...
Çifçi, hayvancı ve protokol
Aylar önce, UBP- DP Hükümeti Türkiye ile protokol imzaladı.
Bunun içeriğini dahi tartışmadık. Tartışmak isteyenleri suçlu ilan ettik...
O protokolü imzalayanlar övündü ve para gelecek diye herkesler de sindi kaldı.
Ancak bu imzanın da bir gereği var imza, söz vermedir da.
Bu söz de protokolde bulunan uygulama takvimine uyacağım demektir. Ama UBP- DP Hükümeti imza ile böbürlendi, fakat gereğini yerine getirmedi.
"Bakın, paraları alıyorum" dedi. "Sen sağ, ben selamet"...
Hükümet, "Protokolün takviminin ötelenmesi için Türkiye'ye talepte bulunduk" dedi. Bu ne oldu?
Bu kabul edildi mi? Edilmedi mi? Hiç bir şey de açıklamadılar.
Yalnız bir şey yaptılar. Türkiye Hükümeti Başbakan Yardımcısı Sayın Tuğrul Türkeş'in Kıbrıs sevgisi ve bağını istismar ettiler. Bir adım atmadan, biraz kaynak aldılar...
Ancak sonunda açıkgözlü olmak da bir yere kadar gidebilir.
Acı son geldi. Bugün sonuç ne?
Lefkoşa sokaklarında yaşanan çiftçi ve hayvancı isyanı...
Çünkü imzaladıkları protokolde, Ağustos 2016’ya kadar arpa ve süt konusunda uygulanan politikada değişim yapma sözü verdiler. Hiçbir şey yapmadılar.
Ne zaman ki kuraklık acısı içinde kıvranan üreticinin, kuraklık tazminatlarının ödenebilmesi için Türkiye'den kaynak talebinde bulundular.
İşte dananın kuyruğu orada koptu.
Türkiye bu kez, Kuraklık Tazminatlarının ödenebilmesi için 50 milyon TL desteğin verilmesini, Ağustos 2016'ya kadar yapılmasını öngören protokol düzenlemelerinin yerine getirilmesini gündeme koydu...
Bunun üzerine hiçbir ön hazırlık yapmadan, tartışmadan, apar topar, arpa ve sütün serbest bırakılması için Bakanlar Kurulu’ndan karar aldılar.
İlgili sektörleri, üretici örgütlerini işe katmadan. Tedbirler düşünmeden bunu yaptılar.
İşi yap. Sonra tedbir. Yanan yansın. Bu arada da fırsatı ganimet sayan bir avuç insan da altın döksün...
Bakın açık yazıyorum. Bu apar topar alınan karar; TÜK'ü, SÜTEK'i, Hayvan üreticilerini, çiftçiyi ve süreç içinde de süt ürünleri imalatçılarını maf edecek.
Bu alanda resmen altın döken odaklara bu boşluk, korkunç kar imkanı sağlayacak.
Ancak, maaşlar ve bir kısım alacaklar ödeniyor ya. "Umurunda mı dünya"…
Yarın, bu takvim nedeni ile Türkiye ile Kıbrıs Türk halkının arasının daha da limoni olmasına yol açacak konulara da yeniden çanak tutuyorlar...
Çünkü, bu eski hastalıklarıdır. Halktan gizleyerek imzaladıkları protokolü gündeme getiren Sayın Halil İbrahim Akça'yı, "görevden al" diyen yazıyı, 2010’da en büyük "Anavatancı" söylemi yapanlar yazdı.
Sonra, yazdığı yazı ile görevden alınmasını istediği insanın, Lefkoşa Büyükelçisi olarak atanması ile de itimatnamesini de aynen imzaladılar... Hem Kıbrıs Türk halkının iki kere küçülttüler; hem de Türkiye ile ilişkilerin limoni olmasına neden oldular.
Evet, etrafımızda ve içimizde ateş yanıyor. Ama halimiz, Orhan Veli Kanık'ın şiiri gibi..
"Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı,
Bir elinde cimbız,
Bir elinde ayna
Umurunda mı dünya…"
Bu hali aşmayı, aklı başında olan herkesin düşünmesi gerekir...