20 yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan olumsuzluklar sonucu, çevrenin korunmasına dönük çalışmalar başlatıldı. 1972’de İsveç’in başkenti Stockholm’da düzenlenen ‘İnsan ve Çevre Konferansı’ tüm ülkelerde ilgi ile karşılandı ve çevrecilik hareketi başladı. BM üyesi devletler, çevrenin korunmasına hakkında yasal düzenlemeler yapmıştır.
KKTC’de de bize ait bir bölgede kendi devletimizi kurduktan sonra, 1990’li yıllardan sonra, ülkemizde doğasal çevre konusuna ilgi arttı ve birçok çevreci STÖ kuruldu.
Doğasal çevre konusundaki ilgi ve duyarlılığın artması sevindiricidir. Fakat
her konuda olduğu gibi çevrecilikte de ölçüyü kaçırmamamız, gerçekçi, mantıklı davranmamız, ekonomik gereksinimi ve gerçekleri de dikkate almalıyız.
Dünyada çevre konusuna en fazla önem veren Avrupa Birliği üyesi olan Rum yönetiminde Gökdelenler, Petrol depolama tesisi, Marinalar, limanlar, deniz kıyılarına 500 yataklı oteller, enerji santralleri yapılmasına izin verilmesine karşın, bizde ülkemize böyle eserler kazandırılmasının engellenmesi çıkarımıza değildir.
Ayrıca söylem ve açıklamalarımız ile günlük yaşamımızdaki tutumumuzun, çelişkili olmaması gerekir.
Dünyamızı tehdit eden doğasal çevre sorunlarının neler olduğu, genellikle geniş halk kitleleri tarafından çok iyi biliniyor.
Fakat insanların yaşamlarının zorlaştırılmaması, ekonomik sıkıntılarla karşılaşılmaması ve çeşitli nedenlerle tüm çevre sorunlarının ortadan kaldırılması mevcut koşullarda zordur.
Öte yandan, doğasal çevrenin korunmaması ve tahribatların durdurulmaması halinde de insanlığın geleceğinin tehlikeye gireceği ve çok sıkıcı olacağı aşikardır.
İşte bu nedenle çevreciler; maksimalist istek ve hedefler yerine, insanların modern yaşamını fazla etkilemeden, doğayı koruyucu önlemler alınması ve tehditlerin mümkün olduğu kadar en düşük düzeye indirilmesini savunmalı ve bu yönde çalışmalı.
Böyle yapılması durumunda, ‘doğanın kendi kendini yenileme ve onarma mekanizması’ sayesinde, yapılan tahribatların ortadan kalkması mümkün olacak, Dünyamızdaki yaşam tehlikeye girmeyecek.
Son yıllarda ülkemizde değişik isimlerde birçok çevreci sivil toplum örgütü kurulması ve vatandaşlarımızın doğasal çevreye duyarlılığın artması sevindiricidir.
Yalnız, çevreciliği benimseyen kişi ve örgütler, mantık ölçülerinin dışına çıkmamalı, gerçekçi ve makul olmalı. Çünkü insanların tüm faaliyetleri doğa için az çok zararlıdır.
Modern inşaat teknolojisinin çevre dostu olmadığının bilinmesine karşı, çevreciler bile evini geçmişte olduğu gibi kerpiç gibi doğal malzemeden yapmak istemez;
Yıllardan beri Elektrik santrali bacasından zehir salıverilmesinin, Laguna, Girne, İskele’de lağım sularının denize akıtılmasının durdurulması için mahkemeye müracaat etmemek ara emri çıkarmamak, öte yandan ülkeye zenginlik kazandıracak, iş, aş istihdam olanakları sağlayacak Marina yapılmasını durdurmak için ara emri çıkarmak, bana göre hoş değildir.
Uçakların havada, gemilerin de denizlerde ve arabaların karada ciddi kirlenmelere sebep olduğunun bilinmesine karşı, insanlar bu ulaşım araçlarını kullanmağa devam ediyor;
Petrol depolanmasına tepki gösteren bazı çevrecilerin, küçük araç da kullanmayarak Jip kullanması, çelişkili bir davranıştır;
Doğanın bozulmasına zemin hazırladığının bilinmesine rağmen, asfalt yol ve enerji nakil hatlarından vazgeçilmiyor;
Çevre için tehlikeli ve riskli olmasına karşın, insanların enerji ihtiyacının karşılanması için termik, hatta nükleer enerji santralleri yapılıyor;
Dünyamızdaki yaşamı tehdit eden iklim bozukluğunun, petrol ürünlerinden kaynaklandığının bilinmesine karşın, yine de kullanılıyor.
Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, modern yaşamımızda maalesef, doğasal çevreye ister istemez az çok zarar veriyoruz ve bunun tam olarak durdurulması pratikte kolay değil.
İşte bu nedenle çevreyi tahrip etmemek düşüncesi ile modern yaşamdan geçmek yerine, bazı alışkanlıklarımızı terk ederek, biraz daha sorumlu davranarak çevreye yaptığımız tahribatın kabul edilebilir düzeye düşürülmesine katkıda bulunmalıyız.
Örneğin, Belediyelerin alt yapıyı hazırlaması ve halkın da bisiklet kullanması ile şehir içindeki trafik yoğunluğunu ve buna bağlı hava kirliliğini makul ölçüler düzeyine indirebiliriz.
Alçak binalar yerine çok katlı iskân politikası ile daha az miktarda arazilerin ve doğanın elden çıkmasını sağlayabiliriz.
Çok yakıt harcayan büyük otomobiller yerine küçük ve elektrikli arabaları tercih ederek daha az yakıt tüketilmesine yardımcı olabiliriz.
Petrol yerine güneş ve rüzgâr enerjisinde yararlanarak, havanın daha az kirlenmesine katkıda bulunabiliriz.
Modern yaşam uğruna günlük yaşamımızda doğasal çevreyi kirletmek ve tahrip etmek, öte yandan da çevreye zarar vereceği gerekçesiyle yatırım yapılmasını, ekonomik kalkınmayı baltalamak, ülkeye zenginlik kazandırılmasını, yeni istihdam olanakları yaratılmasını, iş, aş sağlanmasını, gençlerin ülkemizde kalmasını engellemek, Çevreciliği abartmak anlamındadır
Maksimalist söylem ve istekler, ülkenin dünyaya ayak uydurmasını ve çağdaşlaşmasını, zenginleşmesini, halkın refaha kavuşmasını engeller.