Siddhartha Gautama Shakyamuni Milattan Önce Altıncı Yüzyıl’da Hindistan ve Nepal sınırlarındaki Kapilavastu adlı küçük bir krallığın veliahtı idi.
Yirmi dokuz yaşına geldiğinde tahttan vazgeçerek babasının sarayını terk etti.
İnsanlar neden mutsuzdu, cefa çekiyordu? Nasıl buna son verilebilirdi? Bunu araştırmak üzere yola çıktı. Bugün onu Buda olarak biliyoruz.
Sarayda babası Siddhartha’yı dünyanın acılarından ve çirkinliklerinden saklamış, sarayı terk etmesine izin vermemişti.
Genç prens bir gün vefakâr bir hizmetkârının yardımıyla dışarı kaçınca donup kaldı. Acı çekenler, yoksullar, yaşlılar, hastalık ve ölüm gördü. İnsanlığın ona yabancı olan bu yüzü onu dehşete düşürdü.
Perişan ve düş kırıklığı içinde babasını ve hamile eşini geride bırakarak mutsuzluğa çare aramak amacıyla yapayalnız yola koyuldu. Dünyevi bağlantılarını kopararak vahşi doğaya çekildi.
Başlangıçta nefsin isteklerini kırarak çok sade bir hayat yaşamayı ve kendini cezalandırmayı denedi. “Vücudum bir deri bir kemikti. Karnıma dokunduğumu sanıyordum ama bel kemiğime değiyordum.”
Ama bu çare değildi. İnsana daha fazla acı çektiriyordu.
Buda bu yolu terk etti ve başka çareler de denedikten sonra Orta Yol diye tanımladığı yaşam tarzını benimsedi. Bu uç davranışların ortasında bulunan, her konuda ölçülü olma yoluydu.
Otuz dokuz yaşında, kutsal bir Hint incirinin altına oturdu ve kıpırdamadan 49 gün meditasyon yaptıktan sonra aydınlığa kavuştu.
Aydınlanma vücuda acı vererek değil arzu duymaktan, bağlantılardan uzaklaşma ile oluyordu.
Buda mutsuzluğun ilacını bulduğuna kanaat getirdikten sonra kuzey Hindistan’ı dolaşarak her şeyin geçici olduğunu ve arzuların getirdiği hazzın kısa ömürlü olduğunu anlattı.
Maddi zevkler peşinde koşanlar, dedi, “rüyasında güzel bir ev, güzel bir bahçe ve muhteşem zevkler gören bir adama benzer. Uyanınca her şey ortadan yok olmuştur. Zengin-fakir, asil–sıradan insan ayrımı da rüyadır.” Önemli olan sevgi, şefkat, dünyevilikten uzaklaşma, şiddetten kaçınma ve yoğun meditasyon ve kendini keşiftir.
Bu yoldan yürüyenler ölüm ve yeniden doğuş döngüsünden kurtulurlar, aydınlanırlar ve Nirvana’ya ulaşırlar. Nirvana “rüzgârın söndürdüğü alev” demektir.
Buda’nın sağlığında ona inananlara kendisi gibi gezgin olup mesajını yaymalarını öğütlediği sanılıyor.
“Bu yolda ilerleyemezsiniz,” dedi, “kendiniz yol oluncaya kadar.”
Buda Milattan Önce Altıncı ve Beşinci Yüzyıllarda yaşamıştı. MÖ İkinci Yüzyıl’a gelindiğinde, muhtemelen iklim koşullarının zorluğu nedeniyle müritleri dolaşmayı bıraktılar. Kulübelerde, kovuklarda ve Himalayalardaki mağaralarda yaşadılar. İlk manastırlar ve tapınaklar bu yerleşim yerlerinin yakınlarında hatta mağaralarda inşa edilmeye başlandı ve zamanla bütün Hindistan’a ve civar ülkelere yayıldı.
Buda bir daha terk etmiş olduğu saraya ve eşine dönmedi.
Yeniden dünyaya gelse Asya’da sayısız heykelinin dikilmiş, yüz milyonların öğretilerini din kabul etmiş olduğunu görse sanırım çok şaşardı. İnanıyorum diyenlerin inandıkları şeyleri uygulamaması, onu üzerdi. Aynı şeyi Musa, İsa ve Muhammed için de söyleyebiliriz.
Ne kadar güzel bir özet. Buda, budizm, Nirvana nedir? Ehh şöyle böyle ucundan kıyısından biliyoruz sanırız. Sayenizde çok hoş şeyler öğreniyoruz sevgili MM. Agave ağacını da sizden öğrendim,, rastladığımda mutlu oluyor, durup inceliyor, sizi hatırlıyorum.