banner564

Bu ateş hepimizi yakacak!

Mehmet Gürtunç’u tanıyanlar için kırmızı ışıkta geçtiğini kabullenmek zordur. Benim için de… Çocuklarımızın adeta kardeş olmaları bir yana, siyasi görüş farklılıklarımızı hoşgörüsü ile sohbete dönüştürmesini de unutamıyorum zaten. Ölümünün bir trafik kazasıyla olması ve kazanın da “kırmızda geçmek” tartışmasına bulanması çok hazin ve üzücü…
Hiçbir tartışma O’nu geri getirmeyecek ama ateş düştüğü yeri yakar, derler! Hepimiz çok üzüldük ama hiçbirimizin üzüntüsü Huriye Hanımın, Evren’in ve Umut’un üzüntüsünün yerini tutamayacak. Torunlarını düşünmek bile istemiyorum zaten…
Ateş düştüğü yeri yakar ama bu ateşler çok fazla yere düşmeye başladı. Hepimiz yanıyoruz. Sadece trafik kazalarıyla da değil üstelik… Bu kaza, elektronik sistemlerimizden yollarımızın fiziki durumuna kadar pek çok şeye güvenemeyeceğimizi gösterdi. Sağlık servislerine güveniyor muyuz peki? Tedavi edilir gibi olan insanlarımızı kaybettiğimiz zaman elimizden gelen her şeyi yaptığımıza inanıp bağrımıza taş basmayı seçiyor muyuz?
Ya eğitim sistemi… Eğitim sistemi iyi karakterli insanlar yetiştiriyorsa, trafikte hem kendini hem de diğer kullanıcıları ölüme iten bu insanları kim yetiştiriyor? İyi ve başkalarının hakkını da gözeten insanlar yetiştiriyorsak “torpille işe girme yarışı” da ne oluyor? Ya bunca yolsuzluk neyin nesi? Bunları yapan, bunları bir türlü açığa kavuşturamayın da biz değil miyiz?
Hiçbir tartışma, 79 yaşında bile çalışan, sakinliği ve güven veren tutumu nedeniyle Eziç’in “gel hesaplara bir bak” baskısından kurtulamayan Mehmet Gürtunç’u geri getirmeyecek ama ona olan saygımız ve geride bıraktıklarına sevgimiz bu tartışmayı sürdürmemizi zorunlu kılıyor: Hayatımızın her alanına sökün etmiş olan kalitesizlik, arsızlık ve sorumsuzluk hepimizi yakıyor. Her şeyimizle yanıyoruz! Ve önü alınamayan her yangın gibi bizim yangınımız da giderek büyüyor! Hepimiz yanacağız!
Fazla yola değil, kaliteli yollara ihtiyacımız var. Kapımız herkese değil, işe yarayacak ve yaşamamıza “kaliteli bir katkı” sağlayacak insanlara açık olmalı… Elektronik aygıtlar gösteriş olsun diye kullanılamaz; kolaylık sağlayacak ama aynı zamanda güven verecek sistemlerimiz olmalı.
Yenilikçi olacağız diye kalitesizliğin pençesine düşmek yerine eskisi gibi yaşayalım! Sonuçta akıp giden bir hayatımız var. Mutluluksa sürdüğümüz araba, çöpe giden yemek artıkları, evlerimizi dolduran ama çocukların yüzüne bile bakmadığı oyuncalar değildir. Mahallede komşularımız olsun. Yoldan geçen tanıdıklar; yaşlılara “nasılsınız?” diye hürmetle selam veren çocuklar ve gençlerimiz olsun. Biz onlara umutla bakalım; onlar da geleceğe…
Bu çağda teknolojiden uzak, başka ülkelerden gelenler olmadan, demir perdeler arkasında yaşayamayacağımızı biliyorum tabii… Gereğinden fazla “küreselci” bile sayılabilirim ama “yeni şeylere” erişirken bize mutluluk veren “eski şeyleri” çöpe atmamak; önce bencilleşen sonra da mutlu yaşamak beklentisini “öteki dünyaya” pas eden nesiller yetişmesine fırsat vermemek gerektiğini de anlıyorum.
Bu dünya yaşamaya değer! Bütün mesele, dünyayı gerçekten “yaşamaya değer” bir halde tutabilmektir… Arsızlıksa, bu dünya gibi bizim de sonumuzu getirecektir! 


Kaza oluyor, dikkatimiz kazada! Yolsuzluk oluyor, kaza unutuluyor. Eğitim ve sağlık batakta… Bütün bunlar aslında toptan yandığımızı gösteriyor…
 

YORUM EKLE

banner471

banner473