Kıbrıs sorununun en kritik aşamasındayız. Ancak böylesi bir aşamada, ekonomide de sıkıntı çok arttı. Döviz krizinin olumsuz etkileri her alana yansımaya başladı.
Durgunluk çok derinleşti. Esnaf siftah yapamaz hale dönüyor. Çalışan insanlar artık açıktan geçim derdine düştü. Fiyatlar can yakıyor.
Üreticinin, sanayicinin ticaret erbabının sıkıntısı ise dorukta. Borçlu olan insanlar ve işletmeler inanılmaz sıkıntı içine girdiler. Zamlar açıktan ve gizliden patlıyor.
Yapısal sorunların üstüne eklenen bu yeni durum, yaşamı daha da zora sokacak.
İşte böylesi bir durumda, üzerinde hükümetler bozulan ve hükümetler kurulan Türkiye ile imzalanan ve 2016-2019 kapsayan Ekonomik Program var.
Ancak döviz krizi ve bunun yol açtığı enflasyonist baskı ile diğer sorunlar, şimdi yeni bir durum olarak ortaya çıktı.
Şimdi bu yeni durumun yol açtığı etkileri ele almak gerekmez mi?
Yüzü yok
Ancak bunu bu hükümet ele alamaz. Çünkü 2016 -2019 yıllarını kapsayan bu programın 2016 yılında öngördüğü düzenlemelerin hiç birini bu hükümet söz vermesine karşın yerine getirmedi.
Bunun üzerine hatırlanacağı gibi 2016 Aralık ayında, TC Başbakan Yardımcısı Sayın Tuğrul Türkeş'in KKTC Hükümetine yolladığı mektup basına da düşmüştü.
O mektupta Sayın Türkeş, söz verilen hiç bir düzenlemenin yapılmadığını ifade ediyor ve desteğe dönük ciddi uyarı yapıyordu.
Kısacası bu program bakımından 2016 kayıp yıl oldu. Şimdi 2017'deyiz. Durum açıktır ki şimdi koşullar çok farklılaştı. Bu nedenle hem o program bakımından, hem de ekonominin yeni olarak karşı karşıya kaldığı sorunlar nedeni ile 2016'dan sonra 2017 yılı da şimdiden kayıp yıl oldu...
Düşünün ki o program mantığına bağlı olarak hazırlanan 2017 Bütçesi, Ocak ayında bu döviz krizine bağlı olarak % 30 erimeye uğradı.
Yani Döviz krizi, hem yurttaşı, hem Bütçeyi kırdı geçti. Bu yeni koşullar bakımından şimdi çok başka şeylerin düşünülmesi ve yapılması gerekiyor.
Ama bu hükümetin bırakın bunu gündeme almasını, bunun üzerinde düşünmesine dahi yüzü yoktur.
Çünkü kaynağı verene, verdiği hiçbir sözü yerine getirmemesi bir yana, daha bir ay evvel ondan ciddi bir eleştiri ve uyarı da aldı.
Dolayısı ile şimdi hükümet kulağının üzerine yattı.
Varlığını, hamasete dayalı olarak Kıbrıs sorununda olumsuza ve çözümsüzlüğe oynayan söylemlere ve davranışlara bıraktı. Cenevre Zirvesinde yaptıkları çok açıktır.
Şimdi ne olacak?
Örneğin bu programın mantığına göre KKTC'deki yerel gelirler, özellikle dolaylı vergiler bağlamında artacaktı. Bu ise öngörülen ekonomik büyüme nisbetinde ve % 4- 7 enflasyon öngörüsüne göre düzenlenmişti. Ancak iş başlarken sıkıntıya girdi.
Çünkü 2016, % 7,5 enflasyonla sonuçlandı.
Şimdi arka arkaya gelen zamlarla hem enflasyon daha da artacak, hem büyüme duracak, hemde GSMH dramatik bir düşüşe uğrayacak.
Şimdi döviz krizi nedeni ile devletin ithalattan, dövizin günlük kuru üzerinden aldığı tüm vergiler daha da artacak…
Yani devlet, enflasyon ve döviz krizinden beslenen bir tefeci gibi olacak. Geliri artacak, ama bu yurttaşın ve iş dünyasının sökülen ciğerinden olacak.
Patlayan döviz kriz içinde ilk ele alınması gereken nokta bu olması gerekir. Yani ithalattan alınan günlük döviz kuru bazlı vergilerin ya TL'ye dönmesi, yada bunlar üzerinde kurun sabitlenmesi gerekiyor.
Ama bu hükümet bırakın bu konuyu ele alamayı, üzerinde düşünemiyor bile. Çünkü Türkiye ile imzaladığı programın tek bir noktasını dahi ele almadı.
Şimdi hangi yüzle buna değinecek. Destek isteyecek.
Ucuz iki yol
Üstelik Hükümet, bu kriz içinde ucuz yollara hala devam ediyor. Bunlardan biri iç borçlanmadır. Diğeri ise Kıbrıs sorunu çözüm süreci için hamasete oynamaktır.
5 milyar TL'lik iç borçlanma yükü ile ilgili olarak tek bir kelam kesmeyen bu hükümet, maaş ve 13. Maaş ödemesi için yaptığı borçlanma olgusuna şimdi de Kuraklık Ödemeleri için başvurmaya çalışıyor.
Hükümet acizliğini ve bu Programa dönük tutukluğunu, Kıbrıs sorununda olumsuza oynayarak ve bunun üzerinden yaptığı hamasetle Türkiye'yi sıkıştırıp, kaynak alarak örtmeye ve buna basarak yol yürümek de istiyor.
Kıbrıs sorununun ulaştığı önemli ve kritik aşama bakımından da meseleyi ele alırsak iş daha da ciddi bir haldedir.
Bunun için Mecliste temsil edilen ve edilmeyen tüm siyasi partilerin ve iş dünyası ile emek örgütlerinin ciddi bir diyalog ve zemin yaratması gerekiyor.
Aksi halde, yani çıkmazın derinleşmesi ve oluşacak toplumsal tepkiler üzerinden gelecek seçim hesapları yapan olursa, bilsin ki ilk olarak altında kalacak olan, böylesi bir durumda sözde başarılı çıkarsa dahi o olacaktır.