banner564

Bir tablo

Satın aldığımda yazımın üstünde gördüğünüz resmin evimdeki en çok sevdiğim tablo olacağını bilmiyordum.


Hikâyesi şöyle:


Sally “Zeytinleri kesmeye başladıkları zaman gideceğim,” demişti.


Ressamdı. Köyün ortasında, zaman zaman devamlı oturdukları Londra’dan tarih öğretmeni kocası ile birlikte geldikleri bir tatil evleri vardı. 


Kırklarında, çocuksuzdular. Sally burada olduğu zamanlar vaktini köyün zeytinliklerinde resim yaparak geçirirdi. 


Sözünü tuttu ve zeytin ağaçları konut yapmak için kesilmeye başlayınca evini o da ressam olan İngiliz bir kadına satarak adayı terk etti. 


Ayrılmadan birkaç gün önce beni evine davet etti. Yemek odasında üç tablo vardı. 


“Bunları senin satın almanı istiyorum,” dedi her zamanki yumuşak sesi ve yüzünden eksik olmayan hafif tebessümü ile. 


Resimlerden birini o yapmıştı. Evin terasından kuzeye bakılınca gördüğü manzara idi: birkaç hurma, zeytin ağaçları ve arkasından görülen deniz ile gökyüzü. Ama o kadar soyut bir şekilde ki söylemese anlamam mümkün değildi. 


Yüzümdeki kararsız ifadeyi fark edince “Bakınca beni hatırlarsın,” dedi.  “Senden isteyeceğim çerçeve parası bile değil.”  


Diğer iki resmi Barbara Baker adlı tanımadığım amatör bir İngiliz kadının sergisinden almıştı. 


“Çok seviyorum onları ama götüremem,” dedi.  


Tablolarda o günlerde var olan ama artık olmayan Kıbrıs kırsal manzaraları vardı. 


Görmediğiniz diğer resimde değneğini omzuna koymuş, kollarını değneğin üzerine atmış, sık olmayan ağaçlar arasından bir yokuştan aşağı ressama doğru yürüyen bir adam vardı. 


“Tamam,” dedim Sally’e.


Barbara Baker ile ilgili olarak bana iki şey söylemişti. Kocası ona çok kötü davranıyormuş. Artık adada yaşamıyormuş. 


Eve götürünce Sally’nin tablosunu yatak odama, Baker’in tablolarını mutfağa astım. Değnekli adamı bulaşık makinesinin üstüne, diğerini yemek masasının önündeki duvara.


Sessizlik ve sükûnet yayan manzarada kayalık bir tepenin yamacına kondurulmuş iki göz bir çoban barınağı ve birkaç keçi vardı. Tepenin arkasında gün geçtikçe daha çok sevdiğim bulutlar duruyordu. Yağmurların başlamadığı bir son bahar olmalıydı çünkü yer sarı idi. 


Baktıkça bu görüntü bana Alagadi’ye giden yoldan sola baktığımda gördüğüm yamaçtaki terk edilmiş çoban barınağını ve orada dolanan keçileri hatırlattı.  

Aynı yer olabilir miydi? 


Yakınına biri ev yaptırınca bu barınak yıkıldı. Birkaç yıl sonra evin yanına büyüklükte ve çirkinlikte dev bir otel yapılınca peyzaj tamamen değişti. 


Artık orası sadece benim aklımda var ve belki amatör İngiliz ressamın duvarda asılı tablosunda. Bakacak olursanız diğer tablodaki adam da yok. Öldüğü için falan değil artık köylü ve daha da önemlisi o günlerin omuzda değnek dolaşma rahatlığı kalmadığı için.


İyi ki her baktığımda bana zevk veren o resimleri Sally’de aldım. Üzerinden yılların geçmesi ile tablosunda evin terasından kuzeye bakılınca hurmayı, zeytin ağaçlarını ve denizi ve gökyüzünü bile seçebiliyorum. Artık evin tarasından pek ağaç falan görülmese de. 

YORUM EKLE
YORUMLAR
rainman
rainman - 1 yıl Önce

Uçun kuşlar uçun, doğduğum yere
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır
Ormanlar koynunda bir serin dere
Dikenler içinde sarı gül vardır

O çay ağır akar, yorgun mu bilmem
Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem
Yüce dağ başında siyah tül vardır

Orda geçti benim güzel günlerim
O demleri anıp bugün inlerim
Destan-ı ömrümü okur dinlerim
İçimde oralı bir bülbül vardır

Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok
Öyle akarsular, öyle hava yok
Feryadıma karşı aks-i sada yok
Bu yangın yerinde soğuk kül vardır

Hey Rıza kederin başından aşkın
Bitip tükenmiyor elem-i aşkın
Sende derya gibi daima taşkın
Daima çalkanır bir gönül vardır

RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI

Sarp Ege
Sarp Ege - 1 yıl Önce

İçerikte romantizm, eskiye özlem, eski anılar, zeytinliklerin kesilmesi, çirkin betonlaşma var. Tablo gibi yazı olmuş. Teşekkür Sn. MM.

Eylül Eylül
Eylül Eylül - 1 yıl Önce

Yazınız bizim evin hikayesi gibi, çok hüzünlü ve daha acısını görmemek için zorunlu terkediş hali. Eski köy evi konsepti iki göz taş bir ev yaptık ve yüzlerce ağaç diktik arasında kaybolalım diye, karşımızdaki zeytin ağaçlarını söküp, üçer katlı çift daireli üç tane beton bina yaptılar. Kanun yok nizam yok estetik yok. Tepki olarak kapıya “Yaşamak bir sanattır” yazdık. O binaları görmemek için yüz tane Ocak ayında selvi ağacı daha diktik. Her baktığımızda hep oradalar ve biz de Sally gibi içimiz acıyarak evi satmaya karar verdik. Onca ağacımıza ve onca emeğimize üzülerek. Emeğinize sağlık sayın Münir yazıyı ağlayarak okudum. Ağladığım Sally mi kendim mi karıştı..:(((

Eylül Eylül
Eylül Eylül @Eylül Eylül - 1 yıl Önce

Çok doğru sayın Münir, cahil insanlar ne denir ki. Çok teşekkürler.

Metn Münir
Metn Münir @Eylül Eylül - 1 yıl Önce

Başınıza gelene çok üzüldüm ama şaşırmadım. Boşuna Türkün bastığı yerde ot bitmez dememişler.

Eylül Eylül
Eylül Eylül @Eylül Eylül - 1 yıl Önce

Teşekkürler ama bulunduğumuz yer çok tenha idi. Bir anda tüm köylü arazilerini satmaya başladı ve çoğu da pansiyon otel yapıyor. Bir anda her yer beton oldu. Daha tenha daha minimalist bir yaşama karar verdik mecburen.

Urla'li Tolga
Urla'li Tolga - 1 yıl Önce

Elinize sağlık Metin Bey. Vahşice, doğayı tahrip etmek , alışkanlık haline geldi , özellikle son 30 yıldir, maalesef. Sevgiler

Hayri
Hayri - 1 yıl Önce

Yine gözlerimi yaşartan bir yazı :(

banner608

banner473