Kıbrıs sorununun çok kritik bir süreçte olduğunu ‘her iki toplumun’ ve ‘anavatanların’ da kabul etmesi gereken bir noktadayız...
İki lider aylardan beri müzakere üstüne müzakere yapıyor...
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği yetkililerinin yanı sıra özellikle ABD, bu kez sonuç alınması için açık destek mesajı veriyor...
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın, Cenevre zirvesi öncesinde olduğu gibi sonrasında da liderleri telefonla arayıp, cesaretlendirmesi önemlidir...
Ayrıca Başkan Obama’nın, KKTC’nin kuruluş yıldönümüne denk gelen bir günde Atina’yı ziyaret etmesi de ‘büyük ölçüde’ Kıbrıs ile bağlantılıdır...
Gelinen noktada; yabancı devlet adamlarının, Kıbrıs’a nasıl baktıklarını ve ne düşündüklerini her iki toplumun da sağlıklı bir şekilde değerlendirmesi gerekiyor...
Özellikle de Kıbrıslı Rumların...
Yabancılar meseleye şöyle bakıyor:
“Güzel bir ülkede yaşıyorsunuz... Doğanız, ikliminiz mükemmel... Denizleriniz temiz, tarihi ve kültürel mirasınız oldukça zengin... Şimdi doğal gazı da buldunuz... Öyleyse artık silahlanmayı ve savaşmayı bırakıp, birlikte yaşamaya bakınız...”
Biz çoktan hazırız
Kıbrıs Türk halkı, Rumlarla birlikte, barış içinde yaşamaya çoktan hazırdır...
Sınır kapılarının açılmasından sonra, aradan geçen 13 yıllık süre içinde Türk kesimine geçen Rumlardan bir tanesinin dahi burnunun kanamaması, herhangi bir saldırıya uğramaması, duygu ve düşüncelerimizin en somut kanıtıdır...
Ne var ki; güneye geçen Kıbrıslı Türklere aynı yaklaşımın gösterilmediğini sağır sultan dahi biliyor...
Yaşananların özetini burada tekrarlamanın faydası yoktur...
Ancak bu noktada Rum liderliğine düşen ciddi görevler vardır...
En önemlisi, artık kendi halkına doğruları anlatmaktır...
“Ey Kıbrıslı Helenler... Bağımsızlığımızı 1960’ta kazandık ama 3 yıl sonra bunu silahlı saldırılarla yıkan biz olduk... Kıbrıslı Türklere büyük acılar yaşattık... Bu sorun 20 Temmuz 1974’te değil, 21 Aralık 1963 yılında başlamıştır... Kıbrıslı Türkler düşmanımız değildir... Bizler de onlara düşmanlık yapmayacağız...”
Yeterince toprak vardır
Kıbrıs toprağının her iki topluma da yetecek kadar büyük olduğu Rumlara anlatılmalıdır...
Bu noktada bir örnek verelim...
Singapur’un yüz ölçümü, Kuzey Kıbrıs’ın dörtte biri kadardır...
Ancak burada 4,5 milyon insan yaşıyor...
Yılda 20 milyon turist ağırlanıyor...
Öyleyse Kıbrıs’ın toprağı daha milyonlarca kişiyi kaldırabilecek kadar büyüktür...
Yarım asrı aşkın bir süredir devam eden bu sorunun çözülmesi halinde, ortaya çıkacak zenginlikler, her iki toplumun da refah düzeyini yükseltecek kadar fazladır...
Kıbrıslı Rumlar, özellikle de kilise “Bunca zaman mülklerimizi yağmaladılar, şimdi onlara bir de gazdan pay mı vereceğiz?” gibi saçma düşüncelerden arınmalıdırlar...
Son 42 yılda kuzeydeki malları Türkler kullanıyorsa, güneydeki malları da Rumların kullandığı unutulmamalıdır...
Son 42 yılda güneye 100 milyar doların üzerinde para akıtılmışsa, bunda Kıbrıslı Türklerin de payı vardır...
Öyleyse; geçmişte yaşananları unutmadan, sağlam bir gelecek için ‘iyi niyetli’ düşünceleri ön plana çıkarmak gerekir...
Ve burada ana sorumluluk Rum lideri Anastasiadis’e, ayrıca AKEL liderliğine aittir...
Yeni bir oluşuma giderken, tarihi gerçeklerin ilkokula giden Rum çocuklarına kadar anlatılmasını tavsiye ediyoruz...
Ayrıca, yeni bir ortaklığın meydana gelmesi halinde dini örgütlerin ‘siyasete bulaşmasını’ engelleyici hükümlerin konmasını öneriyoruz...
Toprakta paylaşım
Diyalog’un bugünkü manşetinde yer alan toprak tartışmalarına geçelim...
Rum tarafına önerilen toprak iadesi çerçevesinde yaklaşık 55 bin göçmenin mülküne dönmesi söz konusudur...
Rum tarafı, çözüm olmaması durumunda hiç kimsenin mülküne dönemeyeceğini çok ciddi bir şekilde değerlendirmelidir...
Toprak iadesi içinde, paha biçilmez değerdeki Maraş da vardır...
Sadece bu kentin turizme açılması demek, Kıbrıs’ın bütünüyle şaha kalkması demektir...
KKTC Lideri Sayın Akıncı’nın gerek toprak, gerekse diğer konulardaki iyi niyetli yaklaşımını tersten okumak yerine, doğru okumalarını istiyoruz...
“Federal Hükümette 7 Rum bakana karşılık 4 de Türk bakanın olması tek başına yeterli değildir” demiştik...
Geçmişte büyük acılar yaşamış bir toplum olarak, olası bir federal hükümette Türk Başkan Yardımcısı’nın veto hakkı mutlaka olmalıdır...
Nitekim müzakere heyetimizin ‘Savunma, Güvenlik ve Dış Politika’ konularında Veto hakkı üzerinde ısrar etmesi ve direnmesi olumlu bir yaklaşımdır...
Veto hakkı, bakan sayımızın 3 yerine 4 olmasından daha da önemlidir...
İkinci Cenevre zirvesi öncesinde diğer önemli konuları da sizlerle paylaşmaya çalışacağız...
Kalıcı bir çözüm için sadece Türk tarafının iyi niyetli olması yeterli değildir...
Rumlar da aynı yaklaşımı gösterebilmelidir...
Dengeli güzel bir değerlendirme. Neticenin de iyi olmasını dilerim.