Ekrem İmamoğlu’nun 23 Haziran’da yeniden İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı seçilip göreve başlamasından sonra siyasetin içine girdiği durgunluğu bozabilecek tek önemli olay, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de arkasında olduğu anlaşılan Ali Babacan’ın yeni bir parti kuracağının kesinleşmesi. Bu konuda hazırlık yapan başkaları da var ama İmamoğlu’nun beklenen yeni siyasî girişimlerinden henüz bir eser yok.
Hatırlanacağı gibi, Ali Babacan AKP hükümetlerinde iktisat ve maliye konularında öne çıkan ve partili olmayan çevrelerde de az çok güven hissi yaratmış olan bir figürdü. Doğru veya yanlış, onun hem ekonomi yönetiminde hem de genel devlet yönetiminde Erdoğan’a ve diğer bakan arkadaşlarına nispetle daha fazla hukuka saygısı olduğuna dair bir algı da oluşmuştu. Bu arada Babacan AKP içinde nispeten açık görüşlü ve dışa açık bir ekonomiden yana bir kişilik olarak da biliniyor. Nihayet, birçok kişi Babacan’ın dindarlığının da, AKP’lilerin çizdiği genel profilden farklı olarak, daha samimi olduğuna, yani din istismarına dayalı bir siyaset yanlısı olmadığına inanıyor.
Kamuoyundaki Babacan imajını bu şekilde mümkün olduğunca tarafsız bir şekilde çizmemin nedeni kendisi hakkında mümkün olduğunca önyargısız düşünmek istememdir, yoksa onun başını çekeceği bir siyasî hareketin başarılı olacağından emin olmam değil. Burada ‘başarılı olma’dan kast ettiğim sadece bu hareketin iktidar olma şansı değil fakat iktidara gelmesi halinde Türkiye siyasetini ne ölçüde normalleştirebileceğidir. Ben Babacan-Gül hareketinin başarılı olacağından her iki anlamda da emin değilim. Neden böyle düşündüğümü açıklayayım.
Bir kere, dirayetli ve öngörülü bir liderlik altında olsa bile, AKP’den koparak partileşen bir hareketin sırf bu özelliğiyle tek başına iktidara gelecek, hatta birinci parti olacak kadar bir seçmen desteğine ulaşması çok zayıf bir ihtimaldir. Bunu, hem bu tür ‘’yavrulama’’ partilerle ilgili geçmişteki gözlemlere, hem de Erdoğan’ın partisinden kopmaları ve bu şekilde oluşacak yeni partinin başarısını engellemek için ‘’ölümüne’’ mücadele vermeye hazır olduğuna ilişkin kanaatime dayanarak söylüyorum.
Öte yandan, muhtemel bir Babacan-Gül partisinin AKP’li olmayan toplum kesimlerini kitleler halinde kendisine çekme şansı da pek yoktur. Çünkü o bu alanda sadece Erdoğan’la değil, muhtemelen İmamoğlu’nun başını çekeceği CHP’yle de yarışmak zorunda kalacaktır. Kaldı ki, İmamoğlu’yla yarışmasında dindarlığı Babacan’a ilâve bir avantaj sağlamayacaktır; çünkü anlaşıldı ki, dine referans vermek İmamoğlu’nun siyasetinin de önemli bir unsuru olacaktır.
Şimdi, diyelim ki, bu öngörülere aykırı olarak, AKP’den kopan yeni parti önümüzdeki birkaç yıl içinde tek başına iktidara geldi. Bana öyle geliyor ki, esas olarak AKP’nin yerini alacak bir partinin AKP tabanı dışından güçlü bir destek alması zayıf bir ihtimaldir. Bu durumda, partinin vitrininde nispeten liberal sağ veya sol figürler yer alsa bile bunların partinin politikasının belirlenmesinde fazla etkisi olmayacaktır. Böyle bir partinin ise kadro ve zihniyet olarak AKP’lileşmiş ve toplumu dinî değerlere göre dönüştürmeye ayarlanmış olan mevcut devlet yapısını tarafsızlaştırmak ve özgürlükçü-çoğulcu yönde yeniden düzenlemek için şansı yoktur.
Ancak, AKP’yi ikame edecek olan böyle bir parti elbette faydadan büsbütün hâli değildir. Çünkü Babacan-Gül ikilisinin muhtemel iktidarı hâlihazırdaki tek-adamcı statükonun sona ermesi ve carî zulüm siyasetinin bir ölçüde de olsa gerilemesi anlamına gelebilir. Esasen, Türkiye’nin normalleşmesi için, Anayasal dayanağıyla birlikte Erdoğancı statükonun sona ermesi ilk şarttır. Ayrıca, Babacan ve Gül’de etkili olan AB perspektifi Türkiye siyasetine yeniden kısmî bir reformcu ivme kazandırabilir. Ancak, bu konudaki iyimserliğime ‘’bir ölçüde’’ kaydını koyuyorum, çünkü Gül-Babacan ikilisinin birkaç yıl öncesine kadar AKP icraatının siyasî sorumluluğunu taşıyanlar arasında olduklarını unutmuyorum.
Şu var ki, kısmî reformculuk Türkiye’nin özgürlükçü-demokratik yönde dönüştürebilmesi için yeterli değildir; bu yönde tam ve kararlı bir dönüşüm ise iktidara gelecek olan partinin, başka şartlar yanında, toplumun AKP tabanı dışındaki kesimlerinden de güçlü bir destek almasına bağlıdır. Mutlu bu tesadüf eseri olarak bu olacaksa, bu da ancak, partinin AKP’nin başka bir ad altında devamı olmayıp, kadro ve program olarak gerçekten yeni ve sahici bir reformist hareket olduğuna toplumu ikna edebilmesiyle mümkün olabilir.
Bunun olabilirliğini zaman gösterecek ama şu an itibariyle bu çok zor görünüyor.