Bu yıl çok ilginç bir adlî yıl açılış törenine şahit olduk; ana teması ‘’dua ile adalet getirmek’’ olan bir törene… Açıkçası, Yargıtay’ın yeni binasının hizmete açılması adlî yılın başlamasına rast getirilerek, yeni yargı yılı Diyanet İşleri Başkanının duasıyla açıldı. Başka bir deyişle, ‘’durumdan vazife çıkarılarak’’ adlî yılın açılışı dinî bir seremoniye dönüştürüldü.
Peki bu törende ne oldu?... Biri Cumhurbaşkanı diğeri Yargıtay Başkanı tarafından olmak üzere iki konuşma yapıldı bu kutlu törende. Bu törene katılan Cumhurbaşkanının sarf ettiği ilginç sözler arasında şunlar da var: “Adaletin tesisinin garantisi, yargının bağımsız ve tarafsız bir anlayışla ortaya koyacağı duruşu, temsili ve sonuçta vereceği adil kararlardır.(…) Devletin dini adalettir. Eğer bir devlette adalet yoksa, onun hangi sistemle yönetildiğinin, kimin tarafından idare edildiğinin bir önemi kalmaz. Orada sadece zulüm hüküm sürer. Adalet, devletin varlığının sebebidir.”
Cumhurbaşkanı konuşmasında ayrıca ‘’arkadaşları’’nın yeni bir yargı paketini en kısa zamanda Meclisin gündemine getireceklerini, bu arada muhalefetin de desteklemesi durumunda ‘’Türkiye için büyük kazanç olacak’’ olan bir anayasa taslağı hazırladıklarını müjdelemiş…
Böyle bir ‘’kazanc’’a kim sevinmez, sevinelim tabiî! Cumhurbaşkanı bu arada ‘’12 Eylül faşizminin pervasızlığı’’na ve ‘’28 Şubat zulmü’’ne de atıfta bulunmuş, tabiî ki kınama sadedinde. Buna da sevinelim elbette.
İyi ama, son 7-8 yıldır ısrarla ve inatla bu söylediklerinin tam tersini yapan, hukuk ve adaleti sürgüne gönderen, baskı ve zulmü yönetimin -ve hatta yargı uygulamasının- rutini haline getiren de bu vaatleri yapan aynı iktidar değil miydi?... ‘’28 Şubat zulmü’’ ne ki, birçok bakımdan 12 Eylül rejimini bile mumla aratan bir iktidardan söz ediyoruz.
Şahsen ben bu tutarsızlıklara artık hiç şaşırmıyorum. ‘’Anayasa’’ adı altında anti-anayasal bir metni yürürlüğe koyan, son yıllardaki ‘’yargı reformu’’ vaatleri -küçük bazı makyaj düzeltmeleri dışında- esas olarak baskıcı statükoyu tahkim etmeye hizmet eden bir iktidarın hoş söz ve vaatlerine nasıl kanarım? AKP iktidarının adalet, özgürlük, demokrasi ve barış gibi evrensel kavram ve ideallere gerçek anlamlarıyla hiç ilgisi olmayan, hatta onların tam tersini ifade eden anlamlar yüklediğini şimdiye kadar defalarca görmedik mi?
Bu iktidarın evrensel ideallere atıf yapan sözlerinin samimî bir inanç ve iradeyi yansıtmadığının göze batan son örneğini bu törenden bir gün önce Resmî Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnâmesinde gördük: 30 Ağustos tarihli bu kararnâmeyle, Devlet Denetleme Kurulu’nun –dolayısıyla Cumhurbaşkanının- denetim yetkisinin kapsamına ‘’işçi ve işveren kuruluşları, kamuya yararlı dernekler, vakıflar, kooperatifler, birlikler ile bunların ortaklık ve iştirakleri’’ de dâhil edilmiş oldu.
Bu şu demek: Cumhurbaşkanı böylece epey bir süredir peşinde olduğu, sivil toplumu denetimi altında tutma amacına hizmet edecek yeni bir araca daha sahip oldu. Bunu, sosyal medyaya daha önce getirilen ve şu günlerde getirilmesi için çalışılan yeni kısıtlamalarla birlikte düşününüz! Böylece, siyasî iktidarın toplumun sivil hayat alanını da kontrolü altına alma amacı güttüğü artık tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkmış bulunuyor.
Peki ya, malum törene yargıyı temsilen katılan ve ‘’adlî yıl açış konuşması’’nı yapan Yargıtay Başkanı’na ne demeli?...
Yargıtay Başkanı da Cumhurbaşkanı gibi adaletin mülkün temeli olduğuna inanıyormuş. Çünkü ‘'Halkın refahı, toplumun huzuru, bireyin özgürlüğü, güçlü bir ekonomik düzen ve iyi işleyen bir demokrasi ancak adaletle mümkün’’müş. Bu arada, iktidarın ‘’yeni anayasa arayışı’’nı Yargıtay’ın desteklediğini ifade etmiş. Başkana göre, Yargıtay’ın vizyonu da ‘’insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri üstünde’’ yükseliyormuş ve yargısal işlevini de ‘’en ileri adalet standartları’’ doğrultusunda yerine getiriyormuş.
Gel gör ki, aynı Yargıtay Başkanı öte yandan -siyasî iktidarın programına paralel bir vurguyla- sosyal medyanın ‘’yargılama süreçlerine müdahalesi’’nden yakınmadan edememiş, bu arada AKP’lilerin baştan beri yaptıkları gibi, ‘’15 Temmuz darbe girişiminin ardında FETÖ'cüleri himaye eden ülkelerin olduğunu’’ belirtmiş. Yani, Yargıtay Başkanı gerek sosyal medya gerekse ‘’FETÖ’’ meselesinde iktidarla aynı bakış açısını ve aynı duyarlılıkları paylaştığını dile getirme ihtiyacı duymuş.
Şimdi düşünelim: Hâlihazırda Yargıtay da dâhil olmak üzere mahkemelerde derdest olan çok sayıda ‘’FETÖ-bağlantılı’’ ceza davası bulunduğu gerçeği karşısında, bu davaların sanıkları hakkında ‘’düşman işbirlikçisi’’ iması taşıyan ve önyargı ifade eden bu sözün Yargıtay bakımından hem bir ‘’ihsas-ı rey’’ anlamına geldiğini, hem de ‘’masumiyet karinesi’’nin ihlâli olduğunu takmayan bir yargı önemsiyor göründüğü adalete nasıl hizmet edecek?
Ayrıca, bu yargı sisteminin yıllardır ‘’kanunsuz suç olmaz’’, ‘’suçsuzluk karinesi’’ ve ‘’ceza sorumluluğunun şahsîliği’’ gibi evrensel hukuk ilkelerini yok sayan, ayrıca tutuklama tedbirini cezaya dönüştüren istikrarlı uygulaması karşısında Yargıtay Başkanının ‘’hukuk devleti’’ne atıfta bulunmasının ‘’lip service’’ten başka bir anlamı olabilir mi?...
Evet, demek ki adaleti Allah’a havale edince böyle oluyormuş!
Arkadaş adamları kilisede rahip evlendiriyor mahkemede incile el basıyorlar yanlarından evanjelik kilise piskoposları patrikler papalar eksik olmuyor hahamlar mescidi aksayi yıkma derdinde siz ne havalarındasınız ayıptır ayip