Sayın Süleyman Demirel TC Cumhurbaşkanı iken Ankara'ya Meclis Heyeti olarak bir ziyaret yapmış ve onu ziyaret etmiştik...
Bir kere öncelikle şunu söylemek isterim. Sayın Demirel'in hafızasına dönük söylenenlere o ziyarette bizzat şahit olmuş ve hayran kalmıştım.
Çünkü, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından partiler kapatılmış ve rahmetli Demirel'e, Bülent Ecevit'e, Alparslan Türkeş'e ve Necmettin Erbakan'a siyaset yasağı getirilmişti Bu yasak üzerine Kıbrıs'ta o güne kadar Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan'a dönük övgüler düzenleyenler de onları unutmuştu. Tümü Evrenci olmuştu.
Daha sonra siyaset yasağı kalkmış ve Sayın Demirel siyaset sahnesine Doğru Yol Partisi’nin Başkanı olarak dönmüştü.
İşte o günlerde Kıbrıs'ta da meşhur "Babalar" davası patlamıştı.
Sayın RR Denktaş, Sayın Özker Özgür'ü dava etmiş ve işler çığırından çıkmıştı.
Bu dava, basın özgürlüğünün doğrudan katledileceği bir öze döndürülmüştü.
İşte o günlerde bu çatışmayı dengelemek ve sağlıklı bir gelişme sağlamak için Sayın Demirel ile Sayın Denktaş'ın dostluğu bilindiği için, onun bu çatışmaya bir orta yol bulunmasına katkı sağlamak arayışı gündeme girmişti.
Bu nedenle partide karar alındı ve Ankara'ya bir ziyaret yapmaya karar verdik.
Sayın Naci Talat'la ben, bu karar üzerine Ankara'ya gittik.
Sayın Süleyman Demirel'le görüştük. Bu görüşme ile ilgili yaşadığım ve beni şok eden anıyı daha sonra bir başka yazıda ele alacağım.
Ancak o görüşmede Sayın Demirel konuya çok duyarlılık gösterdi. Konu ile ilgili ne tespit yaptı ise, o dava konusunda onlarla karşı karşıya kaldık.
Bu görüşmeden sonra, o tesbitlerle de işin ciddiyetini hep birlikte yeniden değerlendirdik. İş başa düşmüştü. O sıkıntı, Kıbrıs'ta o güne kadar yaşanmayan demokratik direnişin en güzeli ile karşılandı ve atlatıldı.
Bu gün var olan basın özgürlüğü olgusunda, o demokratik direnişin önemli katkısı var. Bunu neden konunun başındaki olguya bağlantılı anlattım?
Hafıza ve tespit
Çünkü Sayın Demirel'le o günden sonra hiç görüşmemiştim ve Naci Talat'ı kaybetmiştik. Yani aradan yıllar geçmişti.
KKTC Meclis Heyeti ile Cumhurbaşkanlığına ziyarete gittiğimizde, heyet onu tebrik ederken ve en sonda bulunan bana sıra geldiğinde, toka etmek için elimi uzattım, elime sıkıca sarılarak beni kendine çekti ve fısıltı gibi, "Ferdi, Naci'yi kaybettik çok genç, yazık" dedi…
Çok duygulandım, gözlerim doldu, ne yapacağımı şaşırdım. O şaşkınlık içinde ikram edilen çay elimden kaydı ve Cumhurbaşkanlığı toplantı masasına döküldü.
Meclis Başkanı Sayın Hasipoğlu konuşma yaptı. Konuşması öz itibarı ile saygı ve Kıbrıs sorununun çözümü konusunda taviz verilemeyeceği üzerine idi.
Bunun üzerine Sayın Demirel söz aldı.
"Yıl 1967, Geçitkale ve Yeni Boğaziçi köylerine Givas liderliğinde Yunan askerlerinin yaptığı saldırıları durdurduk. Sonra onun ve Yunan askerlerinin adadan ayrılmasını sağladık. Bunlar olduktan sonra bir gece, bir haber.
Rumlar, Lokmacı barikatındaki varili bir ayak ileri götürmüşler. Bunun üzerine Hop Ankara ayağa kalktı. Bürüksel, Londra, Atina ayağa kaldırıldı. Sabaha, Lokmacıdaki varil, eski yerine çekildi.
Bakın, siz Kıbrıslılar artık bir antlaşma ve çözüm için öyle bir ayak, bir karış söyleminden uzak kalmanız lazımdır. Önemli olan karşılıklı kabul edilebilir bir antlaşmayı sağlamaktır. Bu yüzden özü ve esası koruyarak atılacak adımlara, bir karış, bir adım vermem diye yaklaşmamak gerekir"dedi.
Sonra ayrıldık.
Daha, Çankaya Köşkü'nün merdivenlerini inerken, bir milletvekili arkadaş, "Ne oluyor, galiba satıldık" diye espri yaptı. Kahkahalar hala kulaklarımda.
İşte bu anımı, Kıbrıs sorunu çözümünde başlayan süreçte bugün yeniden duymaya başladığımız, "Bir karış vermeyiz" sözleri üzerine yazmak istedim.
Üstelik kimse, Kenan Evren'in sözlerini de unutmasın.
Hele onu, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra bu memlekette "evliya" ilan edenler unutmasın.
Annan Planı tartışmalarında Sayın Evren, 2003'te televizyonlarda, "çizilen hattı aştık, çok toprak aldık" demişti. O dönemde aynen şimdiki gibi "toprak tavizi verilemez" haykırışlarının yükseldiği dönemdi.
Evet, çözümde mülkiyet ve nüfus bakımından Kıbrıs Türk devletinde, çoğunlukta olmamız. Toprağın da, devletin ve halkın ekonomik, toplumsal varlığını ve yaşam alanını sürdürebilir bir genişlikte olması lazımdır. Üstelik, 1986'da KKTC Meclisi’nin oy birliği ile aldığı %29+ kararını da kimse unutmasın.
"Bir karış "sözleri, dün olduğu gibi bugün de bizi sonuç almaya götürmez.
Evet, Kurucu devletin eşit statüde, Federal Merkezi Hükümette siyasi eşitlik içinde olmamız. Güvenliğimiz ve Garantiler konusu... Bunları göz ardı ederek ve bunlara ulaşmayı engellemek için yapılacak her şey, bize ve Türkiye'ye fayda sağlamaz.