Diyalog Gazetesi

Kutlay Erk'in annesiyle ilgili anıları

YAŞAM

Anne İle Anılardan Sahneler!..

Kutlay ERK
 
Sahne 1, genel: 
Lefkoşa, 23 Aralık 1963… Kıbrıslı Türkler ve Rumlar silahlı çatışmalarda… Kan ve barut kokuları; ölenler Tekke Bahçesine gömülüyor, yaralılar alelacele oluşturulmuş hastanelerde tedavi ediliyor, göçmenler okullara yerleştiriliyor… Hakkında hiç haber alınamayan kayıplar var… 

Sahne 2, bir ev: 
Bir kadın, kocası kayıp, dört çocuk ile kalakaldı… N’apacak?!.. Elde avuçta yok, okuma – yazma yok… Evden başka işi gücü olmadı… On sekiz yaşında ve daha bir ay önce nişanladığı bir kızı, on yedi ile on bir yaş arasında üç oğlu… Yasta ve acıda; çaresiz ve yalnız… Hava soğuk ve “Hava kurşun gibi ağır”, “Bağır bağır bağırmak” geçiyor içinden, bağrı yanıyor… Farkında; yaşam devam edecek ve kocası dönene kadar ailesinin birliği, dirliği onun sırtında… 

Sahne 3, çocuklar: 
Kız, liseyi bitirdi, nişanlısı dağda mücahit… Büyük oğlu lise öğrencisi ve mücahit… Ortanca oğlu ortaokul öğrencisi; sabahın karanlığında gazete satar, gün ağarınca okula, okul çıkışı sinemada teşrifatçı, ramazanda iftar vakti çörek satar… Küçük oğlu ilkokulu bitirdi, şimdiki koleje girmeyi başardı; okul duhuliyesini abisi öder, evde ‘erkek işleri’ için tek ‘adam’… Yaşam devam ediyor…

Sahne 4, bir düğün: 
Evin salonu büyükçe… Konu-komşudan da toparlanmış hasır döşemeli sandalyeler dizilmiş. Bir teyp çalar, müzik belli belirsiz… Evin kızının nişanlısı ile evlenmesini, babanın dönmesine bekletme tamamen belirsizlikte kalmak olacak; düğün keyifsiz yapılıyor… Düğün fotoğraflarında suratlar asık, gözler kaçık… Hava sonbahar ortaları, “Hava kurşun gibi ağır” ve “Bağır bağır bağırmak” isteyen ana… O an yanında olmayan ve nerede olduğunu ve hatta hayatta olup olmadığını bile bilmediği eşinin anlatılmaz acısını, acısının sessiz çığlığını, sessiz çığlığının sakin gözyaşlarını utangaç utangaç silen ana… Gelen giden konuklar, biten ‘tören’ ve kızının en mutlu gününün depreşen acıyla geçmesine yanan bir ana yüreği…

Sahne 5, bir haber: 
Yıl 1968… Cleridis ile ilk görüşmesini Beyrut’ta yapan Denktaş, geri döndüğünde kayıp ailelerine tüm kayıpların ölü olduğunu, şehit sayılacaklarını ve kalıntılarının bulunmasına çalışacaklarını söyledi. Ailelerde acılı çaresizliğin çığlıkları, inanmak ve inanmamak arasında boşalan gözyaşları… Şimdi onun için bundan sonrası daha zor; çocuklar yetişkin, ihtiyaçlar çok, maddi olanak yetersizlikle malul… “Hava kurşun gibi ağır, hava toprak gibi gebe”… ‘Kurşun eritmeye çağırdığı’ da yokmuş artık… Daha yandı ama karanlıkları aydınlığa çıkarmanın kararlılığında kaldı… “Bağır bağır bağırmadı, çağır çağır çağırmadı”, ‘güneşin yaktığı topraklara hunharca ve gizlice atılı gömülmüş adamı geri çağırmadı’… Hiç ölmemiş olmasını hala daha dileyerek ama öldüğünü bilerek onun için ve onsuz ve onun istediği gibi ailesinin birliği ve dirliği, çocuklarının öğrenimlerini başarı ile tamamlamaları görevini başarmayı yüreğinde sakladı…

Sahne 6, bir karne: 
Eşini kaybedeli altı yıl olmuş… Kalabalık değiller artık; kızı ve damadı İngiltere’de, iki, büyük oğlu Türkiye’de üniversite eğitiminde… Küçük oğlu kalmış yanında, o da hem öğrenci, hem mücahit… Oğlu, okuldan karnesini almış eve geldi… O, mutfakta mozaik teknede çamaşır yıkıyor… Oğlu, çok başarılı bir karne aldığını söyledi sevinçle… O, ellerinde yıkadığı çamaşırlarla döndü, oğluna baktı, “Aferin, çok güzel” dedi; döndü, çamaşırlarını yıkamaya devam etti… Ocak ayı sonu idi, “Hava kurşun gibi ağır” ve yüreğine saplı acısıyla “Bağır bağır bağırmak” istiyordu, “Koş gel, çocuklarını gör, nasıl okuyorlar” diye haykırmak istiyordu; “Sen yandın, ben yandım, karanlıklar aydınlığa çıkacak ama…” diye haykırmak istiyordu… Suskundu… Oğluna söyleyecek sözü söyleyemiyor, ödül diye kucaklamaya, sarmaya kalksa yerde kalacak… Başını çamaşır teknesine gömdü, ellerinin tüm gücüyle yıkamaya devam… Oğlu farkındaydı…

Sahne 7, bir mahkeme: 
Lefkoşa’da kirada oturuyordu, ev sahibi evi boşaltması için dava açtı… Yurt dışında okuyan çocukları henüz dönmemiş, yanında kalan küçük oğlu mücahit, evde az kalıyor. Doğup büyüdüğü Mağusa’da annesi evinde yalnız ve bakıma muhtaç yaşıyor… Kardeşleri ana evine dönmesini istedi; o isteksizdi. Mahkeme evi tahliyesine karar verdi; hakime “Kocam kayıp, Rumlardan kaçar ve dönerse bizi nasıl ve nerede bulacak?” dediğinde salonda “Hava kurşun gibi ağır” oldu; o, “Bağır bağır bağırmadı”, kimseyi “Kurşun eritmeye” çağırmadı… Yanmıştı ama her halükarda karanlıklardan aydınlığa çıkacaktı… Mağusa’ya taşındı…

Sahne 8, çocuklar ve bir kadın örgütü: 
Çocuklarının hepsi de üniversiteyi bitirdi, memlekete döndü, mesleklerinde çalışmaya başladı… Arada Temmuz 1974 olayları oldu, çocukları hep mevzide idi… Çocukları evlendi, torunları oldu… Kahır yoktu artık, hava artık “Kurşun gibi ağır” gelmiyordu, mutluluktan “bağır bağır” bağırmak geçiyordu içinden… Bir kadın örgütü, onu yılın annesine aday adayı gösterdi; karar vermek için evde ziyaret edip görüşmeleri, konuşmaları gerekiyordu. Çocukları ile birlikte kadın örgütünü evinde misafir etti. Sordular, anlattı… “Devlet sana yardımcı oldu, çocuklarını da okuttu ve bugünlere geldin” diye bir yorum yaptılar… Belki de “bağır bağır” bağırmak istedi ama kendi sakin tarzını korudu; şehit olan eşi için bir maaş, şimdi de bir Rum evinden başka devletten bir ilgi ve yardım görmediğini, çocuklarının kendi gayreti ile burs alıp, üniversiteyi okumakta başarılı olduklarını söyledi. Devletin yardım ettiğinde ısrar ettiler, ısrarla reddetti… “Hava kurşun gibi ağır” oldu; o ‘Yılın Annesi’ olamadı…

Sahne 9, bitmeyen bekleyiş: 
Yıl 1999, mevsim yaz başlangıcı… Eşini kaybedeli otuz altı yıl olmuş… Küçük oğlu ile birlikte kocasının köyüne, görümcesini ziyarete gidiyor. Yolda inşaat halinde bir tatil sitesi… Oğluna “Buradan bize bir ev al” dedi, oğlu “Biz kim?” diye sordu, “Baban ve ben” dedi, “Ne bilin, belki gelir” dedi… “Hava kurşun gibi ağır” oldu, “bağır bağır” bağırmadı hiç ama yüreği hala bağırmaya ramak idi… Bitmeyen bir bekleyiş, dinmeyen bir acı, sönmeyen bir ateş, onulmaz bir hasret; kocaman bir yürekte hala saklı duruyormuş…

Sahne 10, son: Bu olaydan iki ay sonra, hep “Ne çekeyim, ne çektireyim” dediği gibi vefat etti. Yüzünde bir tebessüm vardı; başardıklarına mutlu, vuslatına hazır gibi… Defin yapıldı, yanında kocası için yer ayrıldı. Dokuz yıl sonra, kocasının kalıntıları bulundu ve yanına defnedildi… Kavuştular… Onun için artık hava “Kurşun gibi ağır” değil ve “bağır bağır bağırmak” lazım değil… Ama ada için hala daha “Kurşun eritmeye çağır”mak gerek, ‘karanlıkların aydınlığa çıkması’ için…
O’nunla yaşanmış daha nice anı sahneleri var elbette, kitap olur; “Analık böyle işte” dedirten nice anı sahneleri… O’nun ve onun gibi sayısız anaların anıları önünde derin bir saygı, sınırsız bir sevgi ve büyük bir hayranlık ile eğiliyorum… 
Bölgemizde hava hala daha ”Kurşun gibi ağır” ve bağrı yanık analar var ”Bağır bağır bağırmak” isteyen… “Analara kıymayın efendiler”…
Dünyanın tüm analarının Anneler Günü kutlu olsun…

Yorumlar (8)

Metin Yalçın 8 Yıl Önce

Değerli kardeşim, sevgili annen ve babanın anısı önünde onları saygıyla eğilerek selamlıyorum.. Ne mutlu o kutsal anaya ki; dindik ayakta kaldı sizler gibi evlatlar yetiştirdi.. Kavuştukları gün içimiz titreyerek selamladık ikisini de ruhları şadolsun..

Mürüde Rasim 8 Yıl Önce

Olağanüstü bir yaşam hikayesi

Nurgul Babakulieva 8 Yıl Önce

Yasamini hep ornek alarak yoluma devam ederim.

filiz ersumer 8 Yıl Önce

radiye ablayi tanimak onu sevmek ve onun tarafından sevilmek ayrıcalığına sahip oldum olağanüstü bir kadin idi hiç şikayet etmez vakur bir duruş sergilerdi nurlar icinde uyusun kutlay abi

Mehmet Barçın 8 Yıl Önce

Kutlay, yazdıklarına yorum yapmak için kendimi çok aciz hissettim. Çok duygulandım be gardaş. Kalemine, yüreğine sağlık.

SELÇUK SERMAN 2 Yıl Önce

Melek bir anne ..IŞIKLAR İÇİNDE UYUSUN

Halis Uresin 2 Yıl Önce

Saygıyla eğilir Allahtan rahmet dilerim

Hasan n. Erduran 2 Yıl Önce

???????????????????????? Acının solu sağı, kuzeyi Güneyi olmaz!

Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.