Milli Takımla ilgili “Mucizeler Uçağıyla Paris Yolculuğu” adlı kitabının ilk imza gününü KKTC’de yapan Ahmet Çakır, spor yazarlığından çok edebiyatçılığı önemsediğini söyledi. Yazı hayatına bu şekilde adım atan Çakır sonrasında spor gazeteciliğine geçmek zorunda kalmış ama bundan memnun olduğunu söylemek zor.
Yazıya değil edebiyata ihanet ettim
1982 yılında kazandığı Akademi Kitabevi Öykü Ödülü ile edebiyat dünyasına giren ve 1983 yılında “Dostun Ölümü” adlı öykü kitabı Varlık yayınlarından çıkan Çakır, o günden bu yana edebiyatla ilişkisini sadece okur olarak sürdürebilmiş... “Yazıya değil ama edebiyata ihanet ettiğim söylenebilir” diyen Çakır’ı çoğunuz spor yazarı olarak tanıyorsunuz. Nitekim o da bugüne kadar binlerce sayfa spor yazısı yazmış olduğunu belirtiyor. Ancak 1983’te, yılın en çok umut veren 5 öykücüsünden biri seçilmiş olmasının sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor bu durum...
Edebiyata dönüyor
30 yıl sonra bu borcunu ödemek için edebiyata dönmeye karar verdiğini belirten Çakır’ın “Dostun Ölümü” kitabının yeni baskısı çıktı. Bunun ardından yeni bir öykü kitabının daha yayına hazır olduğunu belirtiyor. Ayrıca “İnsanlarımız” üst başlığını taşıyan bir deneme-anlatı kitabının da yolda olduğunu haber veriyor. Listede “Bana Derler Balatlı” adlı bir başka anlatı kitabı da bulunuyor.
***
Evet, onu spor yazarı olarak tanıyanlarınız az değildir... Kendisi bu durumu “Türkiye’de erkekler arasında başbakan kadar ünlüyüm. Fakat bayanlar arasında pek tanıyanım yok!” diye anlatıyor.
Gerçi sık sık Ahmet Çakar’la karıştırılmaktan da yakınıyor ve “Aramızda bir harften çok daha büyük farklar var” diye itiraz ediyor ama şöhretin böyle sıkıntılarının olabildiğini de kabul ediyor.
Milli Takımla ilgili bugüne kadar 4 kitap yazmış olan Ahmet Çakır’ın bu konudaki 5. kitabı yeni çıktı. “Mucizeler Uçağıyla Paris Yolculuğu” adlı kitapta hem 2016 grup eleme maçlarındaki serüven anlatılıyor hem de Avrupa Şampiyonası tarihçesi aktarılıyor. Çakır, bu kitabının ilk imza gününü Gazimağusa’da yaptı. Yazarlar ve Sanatçılar Dünya Kupası maçlarında Ayazma takımında yer alan Ahmet Çakır, 64 yaşında hala futbol oynayabimesiyle şaşkınlık yaratıyor. Ahmet Çakır’la bu konuları konuştuk.
- İlk sorumuz Milli Takımla ilgili olsun. Kötü başlayıp iyi bitirdiğimiz bir 2016 grup eleme serüvenimiz oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet. Uzun yıllar unutulmayacak bir serüven. Gerçi benzerlerini daha önce de yaşamıştık ama ilk 5 maçta sadece 5 puan toplayıp sonrasındaki aynı sayıdaki karşılaşmada 13 puan alabilmek müthiş bir olaydı. En az bunun kadar önemli bir durum da bir yığın etkenin biraraya gelerek doğrudan katılma imkanını yakalamış olmamızdı. Katılan takım sayısının 24’e çıktığı dönemde olayın dışında kalmak çok üzücü olurdu. Zaten 2008’den bu yana hiçbir büyük turnuvaya katılamamıştık. Büyük bir yıkıma yol açabilirdi... Bunun için seviniyoruz ama başka açıdan mutlaka eleştirmeliyiz. Türkiye’nin daha yüksek ve sağlam bir standardı olmalı. Bunu bir türlü yakalayamadık. Dönem dönem çok büyük sıçramalar gerçekleştiriyoruz ama çoğu zaman da yapabileceklerimizin çok uzağında kalıyoruz. Çalışmalarımızda bir dağınıklık ve yetersizlik var. Sistem ve organizasyon açısından da sorunlar yaşıyor, hedeften uzaklaşıyoruz. Dönem dönem kazandığımız başarılarla şişinmeyi bir yana bırakıp daha sağlam işler yapmalı ve geri dönüşü olmayan bir noktaya gelebilmeliyiz.
- Peki, şampiyona yaklaştı. Orada ne yapabilir Milli Takım?
Aslında bu o kadar önemli birşey değil. Biliyorum, konu gündeme girdiği andan itibaren gruptan mutlaka çıkacağımız, sonrasında finale kadar gideceğimiz hatta kupayı kazanacağımız gibisinden iddialar ileri sürülecek. Bunları yadırgamıyorum, işin doğasında var, elbette ki iddialı olacaksınız. Kaldı ki Yunanistan’ın, Danimarka’nın bu kupayı kazanmışlığı var, biz de kazanabiliriz. Ancak bugün o noktada olduğumuzu söyleyebilmek zor. İlk ikinin yanısıra 4 gruptan üçüncülerin de çıkması gibi önemli bir şans var ama buna karşın gruptan çıkamayabiliriz. Çünkü çok sert bir grup. İspanya şampiyonluğun en güçlü adayları arasında. Hırvatistan ve Çek Cumhuriyeti karşısındaki bilançomuz da pek parlak değil. Dolayısıyla grup maçlarından sonra eve dönmemiz sürpriz olmaz. Bu noktada tekrarlamak isterim: Kupayı alabileceğimize kadar iddiaları herkes ileri sürecek ama bunun tersinin de sözkonusu olabileceğini unutmamalıyız, onu anlatmaya çalışıyorum. Bundan sanki ben Milli Takım’ın başarısını istemiyormuşum gibi saçma bir sonuç çıkarılmasın...
- Edebiyatçı olabileceğini gösteren birinin spora yönlenişi nasıl oldu?
Futbolu çok sevmemden kaynaklanan bir gelişmeydi. Çok yakın yıllara kadar amatör olarak futbol oynadım. Vücudumda kırılmadık yer kalmadı diyebilirim. Geçirdiğim çok ağır bir operasyon sonrasında bırakmak zorunda kaldım ama sokakta iki çocuğun top oynadığını gördüğümde bile aralarına girmemek için kendimi zor tutuyorum... Ayrıca, spor basınının bazı eksik-aksak yanlarını da görebiliyordum. Örneğin, büyük yazar sayılan kişilerin yazılarındaki bir yığın Türkçe yanlışı, beni şaşkına çeviriyordu... Ayrıca, değerlendirmelerindeki isabetsizlikler, çok önemli birtakım gerçekleri pek göremiyor ve gösteremiyor olmaları da beni hırslandırıyordu... O arada, TRT’de beni “gezdirmeye” başlamıştı. İstanbul’dan Trabzon’a tayinim çıkmıştı. Oradan da Erzurum’a gönderilince bu işin sonunun geldiği görüldü. Ayrılıp spor basınına geçmeye karar verdim.
- Spor ya da edebiyat kapsamında yeni çalışmalarınız var mı?
Evet, var. Spor konusunda sürekli olarak birkaç kitap çalışması gündemdedir... Edebiyatla ilgili olarak da hazır sayılacak bir öykü kitabımla “İnsanlarımız” üsbaşlığı altında yayınlanabilecek portrelerden oluşan bir çalışmam var. Spor dünyasından ve bu dünyanın dışından tanıdığım ünlü-ünsüz ama ilginç insanlarla ilgili bir deneme diye nitelendirilebilecek bir çalışmadır bu da.