Özersay’ın yazısı şöyle:
-- Bu konularda muhatabın Kıbrıs Türk tarafı değil Türkiye olduğu görüntüsü ve durumu sürdürülürse Kıbrıs Türkü bölgede bir aktör olmayı bırakın, adeta müzakere masasına hapsolmuş bir figürana dönüşür.
-- Tek derdimiz savaş tamtamı, mehter marşı, Dillirga olmuş. Oysa bizim ne çaldığımızı bırakın çalacak bir enstrümanımız dahi kalmıyor, sahneden bütünen siliniyoruz, olayın özü bana göre budur…
Son iki yıldır defalarca açıklama yaparak bu doğal gaz olayı konusunda kamuoyunu bilgilendirmeye ve hem hükümeti hem de Cumhurbaşkanlığı’nı bazı konularda uyarmaya çalıştık, dikkate alan oldu dersem yalan olur. Rum tarafı bu konularda müzakereler devam ederken tek yanlı ilerlediğinde bizim de daha o dönemden doğal gaz çalışmalarını aynen Kıbrıs Rum tarafı gibi sürdürmemiz gerekirdi. Geriden gelen ve sonra da tepkisel bir politika şekillendirmek zorunda kalan ve bunu da Türkiye’ye havale eden Kıbrıs Türk tarafı, bu resmin içerisinde neredeyse yok gibi. Dünyanın gözünde bu sorun Türkiye ile Kıbrıslı Rumların idaresindeki “Kıbrıs Cumhuriyeti” arasındaki bir sorundur artık ve bunda hükümetin de Cumhurbaşkanlığı’nın da sorumluluğu var maalesef.
“Doğru bir yaklaşım değildir…”
Kıbrıs Türk tarafının pozisyonu “Türkiye’nin hakları” ya da “Türk gemisi” veya “mehter marşı” üzerinden şekillendirilir, bu konu adeta “Türkiye’ye havale edilirse” Kıbrıs Türk tarafının hakları da, iradesi de kaybolur. Bu, Türkiye dış politikası açısından da doğru bir yaklaşım değildir ve bu konuda Türkiye’nin yönlendirilmesi gerekir. Doğu Akdeniz’de bazı alanlarda Türkiye’nin haklarını da ilgilendiren uyuşmazlık noktaları olduğu doğrudur ancak KKTC tarafından TPAO’ya yetki verilen alanlarda hak iddiası olan biziz, KKTC’dir. Kıbrıs Rum tarafı başka uluslararası şirketlere lisans verdi, KKTC de TPAO’ya lisans verdi. ENİ tarafından AB toplantılarında yayınlanan haritalarda dahi açıkça bizim de lisans verdiğimiz alanlar, verdiğimiz lisanslara gönderme yapılarak “tartışmalı alanlar” olarak kabul ediliyor. Burada önemli olan şey, bu hakların BM ve uluslararası toplum nezdinde kayda geçirilmesidir.
“Hükümet bu konularda uyuyor…”
UBP-DP hükümeti bu konularda adeta uyuyor. Kuşkusuz onları da anlamak lazım, haklarımızın ne olduğunu, hangi argümanlara dayalı olarak bu bölgede nasıl hak sahibi olduğumuzu ve bunları neden bizim bir aktör olarak öne çıkıp sahiplenmemiz gerektiğini anlamadıktan sonra “e zaten Türkiye bakıyor o konuya işte” havasında gidiyorlar. Kaldı ki çok daha önemli bir işleri var, o da memleketi giderayak her bir karış toprağıyla ranta çevirmek, hukuk dışı uygulamalara talan etmek…
Rum lider Anastasiades önce Enosis kutlaması, ardından da Kıbrıslı Türklere dönük “azınlık” göndermeleriyle Kıbrıs Türk tarafının masadan kalkmasını sağlamaya çalıştı. Ardından DİSİ ve AKEL’in desteği ile durumu kurtarmaya dönük yasa girişimini dahi mahkemeye taşıyarak sayın Akıncı’nın “masaya dönme şartını” adeta bertaraf etti, masadan kalkmasını sağlamaya çalıştı. Daha önce bu konuyu bir ön şart haline getiren sayın Akıncı geri adım atarak masadan kalkmayacağı mesajını verdi. Anastasiades de, 2014 yılında Nav-Tex olayında “egemenlik haklarına ilişkin saydığı” bu olaydan ötürü masayı terk etmişti. Şimdi yeni Nav-Tex var ama masadan o da kalkmıyor, o da masadan kalkan taraf olmamak için bu konuda geri adım atıyor. Gerek mehter marşı olayı, gerekse daha ileri deniz yetki alanı gerginliklerini Anastasiades’in seçim sürecinde “kahraman ve/veya mağdur” rolünü oynamak için kullanmak isteyeceğini ve bu yolla yeniden seçilmeyi garantilemeye çalışacağını göz ardı etmemek gerekir.
“İster Çav Bella ister Mehter Marşı…”
Mehter marşına gelince, doğru olan elbette burada KKTC’nin verdiği lisans ile bir şirket olarak Kıbrıslı Türklerin hakları temelinde bir arama yapıldığı yanıtı verilmesiydi. Ama onunla yapılmak istenen belli ki başka ve Mehter marşı, konunun özünü görmemizi engellememeli. İster Çav Bella, ister Mehter marşı isterse Dillirga çalsın, bunu çalan biz olmadıktan sonra bir anlamı yok. Rum tarafının lisans verdiği ENİ yahut TOTAL veya daha önceleri Noble Energy şirketlerinin araştırma gemileri KKTC deniz yetki alanları içerisine girmiş olsa ve bizim yetkililerimizce ikaz edilmiş olsa muhtemelen yanıt bu şirketlerden değil Kıbrıs Rum tarafından gelecekti. Ama bizim taraftan halen kayda değer, bir durum değerlendirmesi, bir pozisyon açıklaması yok. Kaldı ki son olayda Barbaros gemisi KKTC deniz yetki alanları içerisinde belli ki. Tek derdimiz savaş tamtamı, mehter marşı, Dillirga olmuş. Oysa bizim çalacak bir enstrümanımız kalmıyor, sahneden bütünen siliniyoruz, olayın özü bana göre budur.
Bölgede doğal gaz aramaları bağlamında Kıbrıs Türk tarafının hakları ve iradesi en erken zamanda ön plana çıkmalıdır. Bu konularda muhatabın Kıbrıs Türk tarafı değil Türkiye olduğu görüntüsü ve durumu sürdürülürse Kıbrıs Türkü bölgede bir aktör olmayı bırakın, adeta müzakere masasına hapsolmuş bir figürana dönüşür.