KKTC’de son bir aydır yaşanmakta olan bu süreçte, ortada bankaların sermaye veya likidite ile ilgili eksikliklerinden kaynaklanan bir bankacılık krizi olmaması nedeniyle KKTC Merkez Bankası’nın kamuoyunda süren tartışmalara haklı olarak fazla müdahil olmamaya çalışmakta olduğu gözlemlenmektedir.
Ancak, içinde bulunduğumuz kaos ortamında Merkez Bankası’nın bu haklı tutumu, bankacılık sektöründe bir otorite boşluğuna yol açmakta ve bu boşluğu doldurma görevi ise, hiç de adil olmayan bir şekilde, banka yöneticileri ve Bankalar Birliği’ne kalmaktadır. Bu talihsiz durum aslında ne Merkez Bankası’nın, ne banka yöneticilerinin, ne de Bankalar Birliği’nin görevlerini eksik yerine getirdiği anlamına gelmemekte ve tamamen KKTC bankacılık düzenleme ve denetim sistemindeki yapısal bir eksiklikten kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla, bu kaos ortamı büyük ölçüde mevcut sistemden kaynaklandığından, ileride buna benzer sorunların yaşanmaması, KKTC bankacılık düzenleme ve denetim çerçevesinin gözden geçirilerek eksikliklerin giderilmesine bağlıdır.
Sistem gözden geçirilirken dikkat edilmesi gereken konuların başında banka kredileri, kredi kartları ve faiz erteleme gibi banka müşterilerini ilgilendiren konulara ilişkin kararların, tarafsızlığı tartışılmayacak ve teknokratlardan oluşan bir düzenleme otoritesi tarafından alınmasını sağlamaktır.
Ülkemizde son bir ayda gündeme gelen gelişmeler incelendiği zaman, banka müşterilerini ilgilendiren kararların bizzat bankaların kendileri tarafından alınmış olduğu yönünde kamuoyunda yanlış bir kanı hakim olduğu görülmektedir. Oysa ki, alınan kararların kamuoyuna “Bankalar Birliği kararları” veya “Bakanlar Birliği kararları” olarak değil, farklı paydaşların görüşleri dikkate alınarak yürütülmüş olan demokratik bir müzakere sürecinin sonunda alınmış kararlar olduğu anlatılabilir ve bu süreç “algı yönetimi” açısından daha çok daha etkin bir şekilde yönetilebilirdi. En azından, bu kararlar toplumda genellikle teknokrat ve bağımsız bir otorite olduğu kabul gören KKTC Merkez Bankası tarafından alınmış kararlar olarak lanse edilerek, alınan tedbirlerin vatandaşlar tarafından daha önyargısız bir şekilde benimsenmesi sağlanabilirdi.
Bu noktada vurgulanması gereken bir diğer konu ise, banka kredileri, kredi kartları ve faiz erteleme gibi finansal ürünlere ilişkin kararların, temel sorumluluğu likidite, sermaye yeterliliği, ödeme sistemleri gibi konuları düzenlemek ve para politikasını yürütmek olan Merkez Bankaları veya popülist kaygılarla hareket edebilecek olan siyasi erk tarafından değil, Birleşik Krallıktaki FCA gibi özerk ve birinci önceliği banka müşterilerinin sıkıntılarına çare üretmek olan bir “finansal davranış otoritesi” tarafından alınmasının en doğru tercih olacağı gerçeğidir.
Davranış psikolojisi açısından bakıldığı zaman böylesi kriz ve belirsizlik ortamlarında mağdur edildikleri hissine kapılan kesimlerin, ne hükümet, ne Bankalar Birliği, ne de Merkez Bankası gibi kurumların kendi sorunlarını adil bir şekilde dikkate almakta olduğunu kabul etmemeleri normal kabul edilebilir. İşte özellikle bu gibi kriz durumlarında, vatandaşları doğrudan ilgilendiren önemli bankacılık kararlarının kamuoyunda tarafsızlığı kabul görmüş ve birinci önceliği banka müşterilerinin sıkıntılarına çare üretmek olan bir otorite tarafından alınması büyük önem arz etmektedir.
Her ne kadar da ülkemizde söz konusu karar alma sürecinde gerek Merkez Bankası, gerek sivil toplum kuruluşları, gerekse de siyasiler de önemli bir rol oynamış olsa da, toplumda yaratılan izlenim bu kararların bizzat banka yöneticileri tarafından alınmış olduğu yönündedir. Dolayısıyla, toplum psikolojisi açısından değerlendirildiği zaman, alınan kararların vatandaşların bankalara olan tepkisini dindirmek yerine neden körüklemiş olduğunun sebebi daha iyi anlaşılmaktadır.
Bankalar Birliği’nin kredilere ilişkin karar alma sürecinde sivil toplum kuruluşlarının, siyasilerin, Merkez Bankası’nın ve diğer çeşitli paydaşların görüşlerinin de dikkate alınmış olduğu anlaşılmakta olsa da - ve bu kararlara Bakanlar Kurulu kararıyla resmiyet kazandırılıyor olsa da - bu kararları toplumdan gelen eleştiriler karşısında savunma görevinin banka yöneticilerine düşmesi bu tepkilerin giderilmesini zorlaştırmaktadır. Buna bağlı olarak, kamuoyunda bu kararların sadece banka yöneticileri tarafından alınmış olduğu izlenimi oluşmakta, bu da alınan kararların toplum tarafından yeterince benimsenmemesine neden olabilmektedir.
Ülkemizde bankaların kamuoyundan gelen eleştirilere karşı kendi kendilerini savunmak durumunda kalmalarının yanı sıra, kamuoyunun bankacılık sektörüne ilişkin merak etmiş olduğu konulara ilişkin açıklamaların da ya banka yöneticileri, ya Bankalar Birliği ya da siyasiler tarafından yapılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Halbuki, gelişmiş ülkelere baktığımız zaman bankacılık sektörüne ilişkin olarak kamuoyunu ilgilendiren açıklamaların hiçbir yanlış anlaşmaya ve eleştiriye mahal vermeyecek şekilde tarafsız bankacılık düzenleme ve denetim otoriteleri tarafından yapılmakta olduğu görülmektedir. Bu ülkelerde ne banka yöneticilerinin ne de Bankalar Birliği’nin yazılı, görsel veya sosyal medya üzerinden kamuoyuyla karşı karşıya gelmesini ve kendi kendini savunmasını gerektirecek bir ihtiyaç olmadığı gibi, kamuoyuna gerekli açıklamaları yaparak beklentileri yönetme görevi söz konusu bankacılık otoritelerine düşmektedir.
Nitekim, kasıtlı bir strateji olmasa da, bu kararların vatandaşların halihazırda, haklı veya haksız olarak, tepki duymakta olduğu bankaların bizzat yöneticileri tarafından alınmış olduğu yönünde basın ve sosyal medya aracılığıyla yaratılan algı ve bankaların kamuoyundan gelen eleştirilere karşı kendi kendilerini savunmak durumunda kalmaları bu açıdan bakıldığı zaman bir “halkla ilişkiler” hatası olarak dikkat çekmektedir. (Devamı yarın)
Bankacılık düzenleme ve denetim sistemi gözden geçirilmeli (3)
Bankacılık düzenleme ve denetim sistemi gözden geçirilmeli (3)
Diyalog Gazetesi Diyalog Gazetesi
KIBRIS
Paylaş: