Suna ERDEN
Maliye eski Bakanı ve deneyimli siyasetçi Birikim Özgür, dövizdeki artışın, Türk Lirası’ndaki değer kaybının hem iş dünyasını hem de halkı oldukça etkilediğini söyledi. Enflasyon oranlarının öngörülenden daha yüksek çıktığını kaydeden Özgür, bunun halkın alım gücünü düşürdüğü gibi, kamu maliyesini de ciddi şekilde zorladığını ifade etti.
“Kriz içinde kriz” yaşandığını kaydeden Özgür, bunun nedeninin TL’nin değer kaybına bağlı olarak halkın alım gücünün düşmesi ve kamu maliyesinin büyük bütçe açığı dönemine geri dönmesi olduğunu kaydetti.
“Ana krizimiz, 2009’dan bugüne reformların hayata geçirilmemiş olmasıdır”diyen Özgür, yılsonu itibari ile bütçe açığının 200 milyon TL’nin üzerinde hesaplandığını, ek bütçeye ihtiyaç duyulacağını açıkladı. Özgür, “Mali disiplin haricinde öngörülen reformların hiçbiri hayata geçirilmediğinden kriz hala devam ediyor” şeklinde konuşarak, bazı tavsiyelerde de bulundu. Diyalog’a son ekonomik durumu değerlendiren Maliye eski Bakanı Özgür, önemli açıklamalarda bulundu.
Döviz kamuyu da halkı da etkiliyor
Döviz riski nedeniyle ülkede iş yapmanın oldukça güçleştiğini kaydeden Özgür, şunları söyledi: Türkiye ekonomisi döviz-faiz kıskacında. Finansal istikrarla fiyat istikrarı arasında gerilim ve stagflasyonist (İşsizliğin artması, enflasyonun yükselmesi) bir sıkışma yaşanıyor. Bu süreçte TL’nin değer kaybı ve daha da önemlisi TL’nin istikrarsızlığı doğal olarak bizim ekonomimizi de ciddi şekilde etkiliyor.
Döviz riski nedeniyle ülkemizde iş yapmak oldukça güçleşti. Diğer yandan 2018’in ilk yarısında öngörülenle gerçekleşen enflasyon oranları arasındaki fark yüzde 7 oldu. Yüksek enflasyon sadece halkın alım gücünü düşürmüyor aynı zamanda kamu maliyesini de ciddi şekilde zorluyor.
Ek bütçeye ihtiyaç olacak
Özgür, 2018 yılı sonu itibari ile bütçe açığının 200 milyon TL’nin üzerinde hesaplandığını ifade ederek, bu açığın kapatılabilmesi için ek bütçeye ihtiyaç olduğunu belirtti. Özgür, “Hükümetin bu ek bütçenin gelirler kısmını nasıl oluşturacağı merak konusu. Başbakan ve Başbakan Yardımcısının Ankara ziyaretinde konu netleşecek” dedi.
Özgür, Ankara’da taşların yeniden dizileceğini ifade ederek, “KKTC ile mali yardım ilişkilerinde eski uygulamalara dönüş mü yaşanacağı yoksa KKTC devlet yapısını ve ekonomisini güçlendirmek için geliştirilen karşılıklı taahhütlere bağlı, koşullu reform destek ödeneği odaklı yeni modele devam mı edileceği bu noktada anlaşılacak” şeklinde konuştu.
Yatırımlara ağırlık verilmeli
“Bizim ana krizimiz Kıbrıs Türk halkının üretimden kopmuş olmasıdır” diyen Özgür, sözlerini şöyle sürdürdü: 2009’daki bütçe açığına bağlı büyük mali kriz sonrasında insanımızın göç etmesini engellemek için çıkılan bir yol var. Bu yolun esası, kamu harcamalarını yeniden düzenleyerek halkın reel sektör faaliyetleri ile ayakta durmasını sağlayacak bir düzene geçişti. Mali disiplin haricinde öngörülen reformların hiçbiri hayata geçirilmediğinden kriz hala devam ediyor. 2009-2018 döneminde reform yapılmaması bir yana, eskiye dönüş yönündeki baskılar ve popülist yönelimler nedeniyle zaman zaman mali disiplin zorlanarak kamu harcamalarını artırıcı kararlara da imza atıldı.
2009’da çıkılan yolun neticesinde 2016 yılında KKTC GSYH’nın yüzde 8’i oranında tasarruf yatırım fazlası, yüzde 1’i oranında kamu dengesi fazlası ve yüzde 7’si oranında ise cari fazla verdi. Milli gelirin yüzde 77’si tüketim ve kamu harcamalarından, yüzde 7’si dış dengeden ve sadece yüzde 15’i de yatırımlardan oluştu. Hâlbuki aynı yıl yatırımlar örneğin Türkiye’de GSYH’nın yüzde 28’ini, Çin’de yüzde 43’ünü oluşturmuştu.
Ortak gelir tuzağına düştük
Özgür, bazı tavsiyelerde de bulundu. Özgür, mevduatların yatırıma daha fazla oranda dönüşmesini sağlayacak ve dış yatırımların önünü açacak bir seferberlik durumu oluşmadığı müddetçe reel sektördeki maaş düzeyinin yükselmeyeceğini, Kıbrıslı Türklerin bu topraklara tırnaklarını geçirmesinin güçleşeceğini, kişi başına düşen milli gelirdeki düşüş ve işgücü ihtiyacının dışarıdan karşılandığı durumun devam edeceğini söyledi.
Özgür şunları söyledi: Özgür, 2010 yılında 14,703 dolar olan kişi başına düşen milli gelirde sıçrama yaşanamaması ve 2016’da 13,902 dolara düşmesi, ortak gelir tuzağına düştüğümüzün göstergesidir. Dolayısı ile yatırımların milli gelirimiz içindeki payını artırmamız ve reel sektörü güçlendirmemiz çok büyük önem taşıyor. Bunun için de kamunun tedrici olarak ticaretten elini eteğini çekerek düzenleme ve denetleme fonksiyonlarına yoğunlaşması esastır. Reformlarımız işte bu ana felsefeye dayandırılmalıdır. Ekonomik faaliyetleri reel sektöre kaydırmak ve aynı zamanda 2016’da milli gelirin yüzde 20’sini teşkil eden kamu harcamalarının yeniden düzenlenerek sosyal harcamalarla gelir dağılımındaki adaletsizliklerle daha fazla savaşabileceğimiz bir zeminin oluşturulması sağlamak durumundayız.
Dolayısı ile ana krizimiz, 2009’dan bugüne reformların hayata geçirilmemiş olmasıdır. “Kriz içindeki kriz” ise TL’nin değer kaybına bağlı olarak bugün halkın alım gücünün düşmesi ve kamu maliyesinin 2009’daki kadar vahim olmasa da büyük bütçe açığı dönemine geri dönmesidir.
Hükümeti kaçınılmaz son bekler
Bu tablonun mevcut hükümetin nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiği konusunda yeterince ipucu verdiği kanısında olduğunu ifade eden Özgür, sözlerini şöyle sürdürdü:
Ekonomik reformlar mevcut koşullarda acil bir hal almış durumda. Hem kısa vadede Türkiye ile ilişkileri rayında tutup bütçe açığı ile mücadele için reform destek ödeneğinden kaynak temin edebilmek hem de halkın alım gücünü artırma, dış denge fazlasını destekleme, yatırımların önünü açma gibi etkileri olacak ekonomiyi rahatlatıcı somut yapısal reform hamlelerine yoğunlaşmamızda büyük yarar görüyorum. Unutulmamalı ki ekonominin can damarı beklentilerdir. Hele de kriz ortamlarında. Beklentilerin karamsardan iyimsere dönüşebilmesinin motoru ise 2009’da girilen yolda birtakım adımlar atılacağı yönünde somut işaretler verilmesidir. Bu işaretler verilmediği müddetçe 2009-2018 döneminde defalarca sınanmış olduğu üzere hükümetlerin uzun ömürlü olamadığı gerçeğinin mevcut hükümeti de kaçınılmaz olarak gelip bulacağını iddia etmek mümkündür.