Lefkoşa
Çocukluğumda, Yeni Cami Sokağı’nda bizim evden dört beş ev aşağıda, solda, Rum bir aile otururdu. Tek katlı bir evdi. Mahalledeki evlerin çoğu gibi gündüzleri kapısı açık dururdu. Bahçe kapısının arkasında birkaç basamakla inilen küçük bir çimento bahçe görürdüm.
Anne ve baba her sabah meyve ve sebze dolu bir el arabasını iterek gider, akşamüstü aynı arabayı iterek dönerdi.
Dönüşte arabayı iten annenin yüzündeki müthiş yorgunluk ifadesini unutamam. Elleri arabanın tutacaklarında, küçük ve yavaş adımlarla eve doğru yürürdü. Bazen de bitkin, bezmiş, arabayı kocası iterdi.
Giderken “badades, portakalya” diye bağırırlardı birkaç adımda bir. Dönüşte sessizdiler.
Anne ve baba Lefkoşa’nın sokaklarında bağırarak mallarını satmaya çalışırken biz sokakta çocuklarıyla oynardık. Apostoli uzun boylu ve zayıf ve benden biraz büyüktü. Yannaki kısa boylu ama tıknaz ve güçlü idi ve benden biraz küçüktü. Maria hepsinin küçüğü idi ve kız olduğu için sokağa çıkıp erkeklerle oynamazdı.
Onlar Rum okullarına gidiyordu, biz Türk okullarına. Okuldan sonra sokağa döküldüğümüzde Yannaki ve Apostoli de çoğu zaman orada olurdu. İyi Türkçe konuşurlardı.
Tarih ve coğrafya bilmiyorduk o yaşlarda. Hepimiz oradaydık işte. Bizim orada olmamız ne kadar doğalsa onların da orada olması o kadar doğaldı. Aynı keçinin derisindeki kıllar gibiydik. Lefkoşa surlarının içinde yaşıyorduk, Ayios Lukas Kilisesi’nin etrafında çoğunlukla Rumlar, Yeni Cami’nin çevresinde Türkler.
Sonra bir gece bir yerlerde art arda bombalar patladı.
Çok geçmeden, sanırım bir hafta sonu idi, evde ders çalışırken sokakta bağrışmalar duydum. Dışarıya fırladım. Apostoli, Yannaki ve Maria ve anne ve babaları evlerinin önünde ağlıyor ve çığlık çığlığa bağırıyorlardı.
Önlerinde elinde fitili yanan, petrol dolu konyak şişeli bir genç vardı. Evi ateşe verecekti. Rum ailenin kapının önünden çekilmesini istiyordu. Onlar kapının önüne barikat kurmuşlardı ve çekilmiyorlardı. Maria ağlıyordu. Babasının bacaklarına sarılmıştı. Yannaki annesinin önünde duruyordu, gerekirse onu korumak için. Apostoli babasının arkasında sessiz sessiz ağlıyordu.
Komşular toplandı. Birkaç kişi genç adama “Yapma yahu, nedir yaptığın” diyecek oldu, ama onun kimseyi dinlemeye niyeti yoktu.
Bombacı içeriye giremeden başka bir genç adam ortaya çıktı. İri yarı yakışıklı biriydi. Sanırım fırıncının oğluydu. Şişeyi tutan eli kavradı. “Mahalleyi mi yakacaksın?” dedi. “Çek git buradan. Birbirimizi aynı yere şikâyet etmeyelim.”
Adam bir şey söylemeden fitili kopartıp attı ve gitti. Mahalleli dağıldı. Sokak boşaldı. Rum komşularımız, o gün, Allahaısmarladıksız ve güle gülesiz, evlerini terk ettiler. Onları bir daha görmedim.
Kilise bahçesindeki panayır, pencerelerden ve açık kapılardan gelen değişik yemek kokuları ve şarkılar, yasak meyve Rum kızları, hem bildik hem yabancı insanlar, mahalleden kayboldu.
Ayios Lukas Kilisesi’ni yakıp yıktık ve çevresindeki Rumları kaçırttık. Onlar Bayraktar’ı, Ömergeyi’yi ve Tahta Kale Camisi’ni yakıp talan ettiler ve çevresinde oturan Türkleri kaçırttılar.
Bir savaş savaştık. Bu savaşta sadece yenilen taraf olduğunu, hepimizin o tarafta olduğumuzun o zaman farkında değildik.
10 Ağustos 2023
Ruh ikizi 1 Gün Önce
Son cümle güzel cümle. Ne zaman tarih güzel şeyler yaza…
Aksoy 1 Gün Önce
Savaşlar hep birilerinin çıkarı uğruna çıkarılır. Zararını da masum çoğunluk çeker. MM'nin yukarıda anlattığı Rum aile gibi veya evi yakmaya gelen hiç bir şeyin farkında olmayan delikanlı gibilerdir zarar görenler. İlginçtir ki en ateşli savaş destekçileri de onlardır. MM ne güzel anlatıvermiş durumu. Selam olsun.
Ege’de Bir Sahil Kasabası 1 Gün Önce
Metin Bey’in dizinin dibinden ayrılmayan sevgili okurları; 02.02.2025 tarihli “Gazete Pencere”de Mehmet Yaşin’in köşesinde şu satırları okudum: “Pardon!.. Az kalsın unutuyordum. Bir diğer çok lezzetli omletin tadına da, rahmetli Metin Münir’in KKTC’deki çiftlik evinde bakmıştım. Metin, o omletin içine bahçede ne kadar yiyecek yeşillik varsa onların yapraklarını katmıştı.” Okuyunca yüzümde bir gülümseme oldu ve ahh dedim keşke bu cümleleri Metin Bey hayatta iken okusaydık ve bu omletin tarifini alsaydık. Harika insan, harika yazar Metin Bey bir de çok iyi bir aşçı imiş meğer. Sevgili Espasito, çocukları, lezzeti gazeteye çıkan bu omleti Metin Bey’in ellerinden tatmış olsa gerek, ne güzel, ne şahane ve afiyet olsun.
Ege’de Bir Sahil Kasabası 1 Gün Önce
Diyalog Gazetesi bu sıralar her hafta salı günleri yazı yayınlamada istikrarlı gidiyor, çok şükür. Yalnız hâlâ bir konuyu ihmal ediyorlar. Bu yazı, Metin Bey’in vefatından sonra yayınlanmıştı, elinizde yayınlanmamış çok yazı var. O yazıları bekliyoruz Diyalog Gazetesi.
Espasito 6 Saat Önce
Ne güzel bir yazı paylaştınız bizlerle Ege’de Bir Sahil Kasabası:) Buruk bir gülümseme ile okudum yazıyı. Çok teşekkür ederim. O tadı unutulmaz, senin de yazdığın gibi “Dünyanın En İyi Omleti” idi MM. Tabağı alıp bahçeye malzemeleri toplamaya çıktığın, pişirdikten sonra onu iştahla yediğimiz günler… Bunlar güzel anı olarak kaldı, ama şimdi hâlâ aynı tarifle -kendi bulduğum malzemelerle tabii- o omlet yaşıyor MM omleti olarak. Ve senin yaptığın gibi üzerinde limonuyla. İyi ki seni tanıdım MM. Yoksa seni sevgi ve özlemle anan bu güzel insanları da tanımayacaktım…
Ferit Ertunç 6 Saat Önce
Bu yazı ilk yayımlandığında altına, "Bu tür yazıları toplayan bir Eski Kıbrıs kitabı yayımlasanız" dileğimi yazmıştım. MM'in bütün yazıları içinde eski Kıbrıs'ı anlattığı yazıları bir başka ve arşivlik değerde.
Ferit Ertunç 2 Saat Önce
Notunuzu okurken, sonunda tarifi de vereceğinizi sandım :)