Crans Montana sonrası üzerinde çok durulmayan bir konuya değinmek isterim.
Crans Montana'da Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için önemli süreç başlarken, Avrupa Parlamentosu, o günlere denk gelen şekilde, Türkiye ile ilgili olarak ilişkileri daha da geren bir karar aldı. Neden?
Bu yalnız üzerinde düşünülmesi gereken değil, ama sorunun çözümü yönünde AB tutumunu da sorgulamamız ve cevaplar aramamız gereken bir konudur.
Bu karar; AB üyesi de olan Kıbrıs'ın toplumsal sorununu ve birleşme ile Doğu Akdeniz'deki proplemlerin çözümüne katkı koyan ve tarafları teşvik edici mi?
Bunun cevabı hayırdır.
Peki bunun üzerine; Kıbrıs sorunu da AB'nin etkili muhafazakar çevrelerinin, Türkiye ile hesaplaşmak için; insan hakları, demokrasi ve benzeri konular gibi araç olarak kullandıkları bir konu gibi oldu diye düşünmek abes bir olay mı olur?
AB'nin bu tutumları bence, Crans Montana'da, Sayın Anastasiadis'in ve Yunanistan'ın takındığı olumsuz tavrı besleyen ana unsurlardan birisi oldu.
Kaldıraç, yük bindirici oldu!
Kıbrıs sorunu, AB'nin etkili çevreleri için artık; çözüm yönünde tarafları teşvik etmek yerine, bunun iki toplum arasında aşılmasına yardımcı olacak bir zeminden çıkarılıp; Kıbrıs Rum- Yunan tarafının da katkısı ile Türkiye ile hesaplaşma aracına döndü.
Düşünün ki Crans Montana çıkmazı sonrası Güneyin bağnazlarının aldığı ilk karar; AB ile Kıbrıs Türk toplumunun ilişkilerinin askıya alınmasına dönük oldu. Bu tavrın alınmasında cesaretlendirici olan AB'nin değişen bu eğilimi ve tavrıdır.
Çünkü dünde kesin olan bir yaşanmışlık var.
Buda, Türkiye'nin AB üyelik hedefi ile 2000'le başlayıp, 2002 sonrası hızlanan süreçte; demokrasi, insan hakları, Kıbrıs sorunu çözümü ve Kürt meselesini aşma yolunda çok önemli bir ivmeye ulaştığı gerçeğidir.
Türkiye'nin ulaştığı bu enerji, aynı zamanda, Orta Doğu'da yeni demokratik heyecanlara da yol açmıştı.
Egemenler ve emperyalist gerici çevreler bence, bu dinamikten çok ürktü. Tuzak derler ya, bu tuzağı bunlar bu alanda kurdular.
Türkiye'nin AB ile ilişkilerini zedelemek.
Böylece Türkiye'nin içsel sorunları ile Türk- Yunan ilişkileri ve Kıbrıs sorunu ile Doğu Akdeniz'deki kadim sorunların çözümünü engellemek. Hareket noktaları bu oldu.
Düşünün; Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'ın birlikte, barış içinde eski sıkıntılarını aşıp, demokratik yeni bir başka düzlemde ilişki geliştirmelerinin enerjisini.
İşte, iç ve dış gericiler bundan ürküttü...
Bu yüzden tüm tarafların içinde var olan ve bu demokratik dinamikten ürken bağnaz kesimlerin ön yargılarını da kaşıyarak tuzağı kurdular.
Türkiye önyargısı ve samimiyet testi
Bunun için Avrupa'da var olan Anti- Türkiye önyargısını beslediler. Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları ile ilgili sıkıntılarını aşmayı teşvik yerine, bunun üzerinden Türkiye'yi zora koyma yoluna gittiler.
Bunun en somutu; Güney Kıbrıs'ın, Türkiye ile AB arasında süren görüşmelerde İnsan Haklarını, Yargıyı, Basın Özgürlüğünü ve Demokrasiyi AB değerleri ile uyumlaştırmayı öngören 23. ve 24. Fasılları Bloke etmesini adeta teşvik etmeleridir.
Türkiye ile AB'nin üyelik görüşmelerini sıkıntıya sokmayı, bu sorunların derinleşmesi ile sağlamayı hedeflediler.
Bu yüzden 23. ve 24. Fasılların blokajına ses etmediler.
Türkiye'de o dönemde; "Eğer Avrupa bu konularda ayak sürerse biz bu kriterleri, Ankara kriterlerine döndürüp uygularız" derdi.
Bu tavrından da uzaklaştı.
Yani bu kadim sorunların aşılmamasından karşılıklı memnuniyet oluştu!
Şimdi bu sorunlar dünden daha ağır.
Bakın, onca gerilime karşın bozulmayan tek şey, "akçeli" işler oldu.
Onca gerginliğe karşın 2016'da Avrupa Türkiye'ye 76 milyar Euro mal satarken, Türkiye Avrupa'ya 66 milyar Euro mal sattı.
Tarafların ilkelerden yana samimiyetleri gerilerken, paradan yana samimiyetleri arttı.
Bence AB projesinin başlangıcına, günümüzde denk düşmeyen AB'ye hakim olan bu yeni muhafazakar yaklaşımlar, AB'yi başka bir noktada konumlandırıyor...
Bu "yeni" konumlanışta; başta Kıbrıs sorunu olmak üzere, diğer insani ve demokratik sorunları aşmak yerine, bunları Doğu Akdeniz ve bölgedeki emperyal çıkarları için araç olarak kullanmak eğilimidir.
Sayın Anastasiadis ve Güneyin bağnazları, önyargılarının ve hakimiyetçi bencilliklerinin esiri olarak, AB muhafazakarlarının bu konjüktürde, Kıbrıs sorunun çözümsüzlüğünün sürmesi niyetlerinin payandası olmaktadırlar.
Baksanıza, Güneyin bağnazlarının Crans Montana sonrası attığı ilk adımları; Kıbrıs Türk toplumu ve AB ilişkilerini bloke etmek üzerine gelişti.
Ama bu ne onlara, ne Kıbrıslı Türklere ve Yunanistan ile Türkiye'ye fayda getirmez.
Bu yüzden bizde bunu görerek, çözüm yönündeki parametreleri terk etmeden, Güneyin bağnazlarını sorgulatmalı ve Avrupa Kamuoyuna dönük barışın sözcüsü olmalıyız. Yani bizi itmek istedikleri noktanın dışında düşünmeliyiz.