24 Haziran AB konseyi toplantısından sonra von Der Leyen’in iki devletli çözümü asla kabul ermeyeceği açıklamasının, çözümsüzlüğü körükleyen, meşru hak ve irademize saygısızlık ve düşmanca olduğu görüşündeyim.
AB üyesi Fransa ve İtalya’nın güneyinde yer alan Korsika, Sardunya ve Sicilya adalarının geleceğinin belirlenmesinde, bizim ne kadar yetki ve söz hakkımız varsa, AB’nin de Kıbrıs’ta nasıl bir anlaşma yapılacağı hususunda o kadar yetkisi vardır.
Kıbrıs’ta yapılacak bir anlaşma, sadece adada yaşayan iki halk ile anavatanlarını ilgilendirir. Bu nedenle, AB’nin Rum-Yunan ikilisinin ulusal davasını sahiplenmesi, savunması ve Türk tarafına kendilerinin çıkarına olacak bir anlaşmayı dayatmaya kalkışması en sert şekilde protesto edilmelidir.
Her şeyden önce Kıbrıs, Anadolu’nun güvenliği bakımından önemli olması nedeniyle 1571’de on binlerce şehit pahasına alındı.354 yıl misakı milli sınırlarımız içinde kalan ve entrika ile elimizden gasp edilen Türk toprağıdır. Ayrıca Türkiye,1960’ta kurulan iki halklı KC’nin garantörüdür. Bu hakkı nedeniyle halen adada askeri güç bulundurmaktadır.
Eğer Rumları temsil eden güneydeki yönetimi,1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti olarak üye yaptıklarını, tüm adayı AB toprağı saydıklarını ve bu nedenle de çözüme karışabileceklerini ileri sürüyorlarsa, haksızdırlar.
Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk ve Rum olmak üzere, iki halkı bir devletti. Sadece kurucu ortaklardan biri olan Rum halkının onayı ile tüm adanın AB üyeliğine alınması, Türk tarafını bağlamaz ve geçersizdir.
Sadece Rumları temsil eden güneydeki yönetimin üyeliğe alması; tutarsızca ve haksızca olması bir yana, Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluş anlaşması ile AB ilkelerine de aykırıdır.
Avrupa Birliği’nin bu bilinçli ve hatalı tutumunun amacı aynı Girit’te yapıldığı gibi, Türk ordusunu adadan çıkarmak ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaktır.
Türk ordusunun adadan ayrılması durumunda, nasıl bir anlaşma yapılırsa yapılsın,
AB ilkelerine ters düştüğü ileri sürülerek uygulanmayacak ve Kıbrıs, tümüyle Rumların daha doğrusu Yunanistan’ın kontrolü altına sokulacak.
Yazılı tüm garantilere rağmen, Anavatanın da bir Avrupa Birliği üyesi ülkesindeki olaylara karışabileceğini ve bizi kurtarabileceğini düşünmek saflıktır.
Türk tarafında AB üyeliği ile yanıp tutuşanlar, medyada kalem oynatan bazı işbirlikçiler ve bazı Türkiye düşmanı siyasiler ile STÖ yöneticilerinin tutumundan umutlanan AB yetkilileri, Rumların istediği şekilde bir çözümün kabul ettirilebileceği umudundadır.
Bu nedenle Rumların arkasına saklanarak, üyelik sürecinde Türkiye’nin, Kıbrıs’ta ödün vermesini sağlamağa çalışıyor.
Ancak Avrupa Birliği, Türkiye’nin üyelik uğruna, adadaki haklarından feragat etmeyeceğini ve Kıbrıs Türk halkını feda etmeyeceğini bilmelidir.
Bu nedenle artık AB, hatasını düzeltmeli ve haksızca, tek yanlı Rum-Yunan tezini desteklemek yerine, makul bir anlaşma yapılmasına yardımcı olmalı.
Yakın geçmişte sağcı bir partiyi işbaşına getiren Avusturya’yı ve aşırı sağcı bir partiyi koalisyona aldığı için Polonya’ya baskı uygulayan AB, şimdiye kadar tüm çözüm seçeneklerini kabul etmeyen ve oyunbozanlığı defalarca kanıtlanmış Rum-Yunan tarafının, makul bir çözümü kabul etmesini sağlaması mümkündür.
Avrupa Birliği, çözüme yardımcı olmak istiyorsa, Rum-Yunan ikilisinin ‘artık dar ulusalcılık perspektifini bırakmasını ve Avrupalı gibi davranmasını sağlamalıdır.
Rumların maksimalist taleplerde bulunmaya devam etmesi durumunda, Avrupa Birliği KKTC’yi ayrı bir devlet olarak tanımalı ve böylece sorunun hakça çözümünü sağlamalıdır.
Aksi halde egemenliği tartışmalı, Rum yönetimini üye alan Avrupa Birliği’ni, kucağında çözülmemiş uluslararası bir sorunla kalacak.
AB’nin meşru haklarımıza ve irademiz saygı göstermemesi ve bize karşı DÜŞMANCA tutumunu sürdürmesi durumunda, Türk halkının artık Avrupa Birliği’ne sempati duymasını gerektirecek hiç bir neden kalmayacak. Eğer Avrupa Birliği’nin istediği bu ise, Rum-Yunan ikilisini her koşulda desteklemeye ve şımartmaya devam etsin.
Maalesef AB yetkililerinin tutum ve açıklamaları Türkiye’yi ezeli düşman kabul ettiklerini ve her koşulda Rum ile Yunanistan’ı desteklerini gösterir. Öte yandan, AB’nin Türkiye’yi üyeliğe almak niyetinde olmadığı ve müzakereleri sırf Türkiye’yi kontrol altında tutmak amacı ile sürdürdüğü görüşü, her geçen gün güçlenmektedir.
İşte bu nedenle Türk tarafının iki devletli seçeneği ortaya koyması, çok isabetli olmuştur. İki devletli seçeneğin de kabul edilmemesi ve /veya tanınmamızın engellenmesi durumunda, iç işlerimiz ve savunmada Türkiye’ye bağlı özerk cumhuriyet seçeneğine yöneleceğimizi açıklamamız, AB’yi gerçekleri kabul etmeye zorlayacaktır.
AB’nin çelişkili tutumunu dik duruşla değiştirmesini sağlamalıyız
- 30 Haziran 2021, 02:06
- 53
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi